28 Ağustos 2011 Pazar

Mavi ve Yesilin Ortasindaki Cennet...SEDEF ELIO

  
Issız bir adaya gidiyorsunuz ve yanınızda götürmeniz gereken tek şey kendiniz! Çünkü bu adada hayatta kalma mücadelesi gibi bir derdiniz yok. Tek hayal etmeniz gereken iyi müzik, iyi yemek ve bir yandan eğlenirken bir yandan da ruhunuzu dinlendiren bir ortam.

İstanbul’da yolum adaya pek düşmez diyorsunuz belki ama bu sizin daha Elio Sedef’i keşfetmediğinizi gösterir. Ufak bir kaçamak yapıp, kendinizi Göcek’te gibi hissetmek isterseniz rotanızı hemen Marmara Denizi’ndeki adaların en miniği Sedef Ada’sına çevirmelisiniz. Kartal’dan 10 dakika ve Bostancı’dan 45 dakika mesafede bulunması ise İstanbul’da yaşayanlar için kaçırılmayacak bir fırsat.
Adanın en huzurlu köşesine konumlanan Sedef Elio, Berna-Mesut Yılmaz çiftinin oğulları Hasan ve Yavuz Yılmaz kardeşlerin kurduğu CFS (Comfort Food Services)’e ait. İşletmesini ise İsviçre’de otelcilik okuyup, Sheraton, Parksa Hilton, Ritz Carlton, Papermoon, Hillside gibi Türkiye’nin önemli otel ve işletmelerinde görev aldıktan sonra eşi Ruhsim Samanlı ile RAS Turizm ve Danışmanlık şirketini kuran Aydın Samanlı yapıyor. Samanlı birçok kaliteli restorana danışmanlık yaparak yılların getirdiği tecrübesini gösteriyor. Sedef Elio da bu projelerinden biri ve kendisi bu mekânın kısa sürede vazgeçilmez bir müdavim mekânı olacağından da emin.
Daha önceki yıllarda da restoran olarak hizmet veren mekânı fazla değiştirmemiş olmalarına rağmen, mimar Süreyya Tan’ın fark yaratan birkaç yeniliği kendinizi kaliteli ama bir o kadar da samimi ve rahat hissettiriyor. İster hafta içi kaçamak yapın, ister hafta sonu kahvaltı veya brunch’la güne başlayın, Elio Sedef’te tüm gün küçük plajın ve sakin denizin keyfini çıkarabilirsiniz. Akdeniz Mutfağı’nın hakim olduğu mönüsü ise oldukça geniş ve iddialı. Yaz boyunca sushi mutfağının da hizmet verecek olması artılarından.

Tabii ki bu kadar alternatifli mutfağın yanında hatırı sayılır bir de içki mönüsü var. Şarap mönüsünde her zevke uygun üzüm çeşitliliği sunulurken, frozen margharita ve mojitoları da kesinlikle denenmeli. Ben yine de size, Côtes d’Avanos Narince-Chardonnay veya Egeo Roze ile başlamanızı tavsiye edeceğim.
Mekân, şimdiden popüler olması nedeniyle çok fazla davet ve organizasyona ev sahipliği yapıyor. Adaya kadar gelip kapıdan dönmek hiç de hoş olmaz, o yüzden mutlaka rezervasyon yaptırın derim.

Bu yanı başınızdaki cenneti hayal etmeyin, gidip yaşayın…



Not: Heybeliada ve Büyükada’dan ring seferleri var, ayrıca Kartal’dan Deniz Taksi de iyi bir alternatif.

www.elio.com.tr
Tel: 0216 382 48 84
facebook.com/eliosedef



26 Temmuz 2011 Salı

Renklerin Oyunu & Lezzetlerin Uyumu... Shirley Çeşme


Yağmurlu günlerin arasında yüzünü gösteren güneş bu sene pek bir istekli ama bir o kadar da nazlı geldi. Ama sonunda geldi… Yaz gelince ısınan bedenimiz de ruhumuzla aynı ritimle dans edecek mekanlar aramaya başladı. Kimi zaman sakin ve sessiz, kimi zaman kahkahalarla dolu, ama özünde hep sıcak ve huzurlu… İşte sizinle istediğiniz ritimde dans edecek bir mekan... Ama bu sefer İstanbul dışında!


Çeşme Marina’nın karşısında 200 yıllık 2 katlı tarihi bir binaya biraz renk katmışlar, sonra o renklerle biraz oyun oynamışlar. İçine de tat ve sevgi eklemişler… Biraz cilveli, bolca enerjik bir mekan yaratmışlar. Adını da tam kendine yakışır seçmişler;  Shirley!

Bu ismi duyduğumda aklıma ilk olarak Shirley Maclaine ve dolayısı ile Frank Sinatra ile rol aldığı Can-Can filmi geldi. Renkli, hareketli ve cıvıl cıvıl… Filmdeki kostümlerin renkleri , elbiselerin eteklerin müzikle dalgalanması gözümün önüne geldi. Shirley’nin logosu da mekanın enerjisi de bana bunları hatırlattı.

Çeşme’de sezon daha açılmadan Shirley’nin kapıları açıldı. Ben de bu açılışta olma şansını yakalayanlardan oldum. Simge ve Özlem Altuner kardeşlerin sahibi olduğu bu samimi sıcak mekan beni hemen sarıverdi. Hangi masaya oturursanız oturun mekanın hepsi sanki sizin. Her köşesini görüyor ve her masayı sanki tanıyorsunuz. Çünkü tasarımcı Kerem Küçükgürel’in yani Brandmood ekibinin eli değimiş buraya… Logodan bardaklara, bahçedeki ışıklardan, perdelere hatta buraya özel üretilmiş tuzluklara kadar her detay size Shirley’nin ruhunu , enerjisini aktarıyor. Sonra San Francisco’lu şefleri Jeff Harpel’in Akdeniz yorumuyla fark yaratan mönüsü var. İşte bu yemekleri tattığınızda Shirley’nin tam anlamıyla 5 duyunuzu da düşündüğünü anlıyorsunuz. Yemekler masaya geldiğinde önce gözleriniz bayram ediyor. Yemeğe başlamadan önce fotoğrafını çekmeden duramıyorsunuz. Çünkü sunumu da tadı kadar başarılı!

Sabah kahvaltıda geleneksel pişi de İspanyol tortillası da yiyebilirsiniz. 3 katlı tabakta gelen kahvaltı tabağı da masada hem şık hem de işlevsel oluyor.Akşam yemeğinde ise üzerinde salsa verde sos ve yanında beyaz peynirli, fıstıklı yeşil kabak salatası ile gelen ızgara levrek denemenizi kesinlikle öneriyorum. Fesleğen ve sakızlı puding de unutulmazlardan olmaya aday. Menüdeki lezzetlerin hepsine uyum sağlayacak şarap çeşitliliği de menüde mevcut. Birçok şarabı da kadehte sunmaları gerçekten yemeğinize uygun şarabı seçmenizi kolaylaştırıyor. Tüm ekibin bu konuda farkındalığı yüksek ve yemekle şarap uyumunun ne kadar önemli olduğunu biliyorlar. Özellikle Kavaklıdere’nin tüm ödüllü şaraplarının mönülerinde olmasının avantajını yaşıyorlar.

Çeşme’de her geçen gün iyi yemek, kaliteli hizmet veren mekanların sayısı artıyor. Artıyor ama her ne kadar iyi olursa olsun mekanlar genelde Eylül sonunda kapılarını kapayacak olmanın zorluğunu yaşıyor. İşte bu noktada Kerem Küçükgürel bu mekan için planlarını ve hayallerini anlatıyor. Electrolux’un mutfak sponsoru olduğu mekanda kış boyunca yemek kursları, workshoplar düzenlenecek. İzmir’den üniversitelerle birlikte ortak çalışmalar geliştirilecek. Ayrıca Shirley 12 ay boyunca özel davet ve organizasyonlarınıza catering hizmeti verecek. Yani anlayacağınız bu ekibin sezonu olmayacak. Dört mevsim Shirley tatlarını lezzet düşkünlerine sunacaklar. Biz de yolumuz her çeşme’ye düştüğünde soluğu orada alacağız… Kim bilir konsept partilerini de kaçırmamak için haftasonu kaçamağı bile yapılır!


Musalla Mahallesi yalı caddesi 1016 Sokak No:5 Çeşme izmir


facebook.com/shirley çeşme


(Karaf Magazin 47. sayı Yaz Mekanları yazımdan...)

26 Mayıs 2011 Perşembe

Tarihi mahalleye samimi bir Fransız ... ROSE MARINE

Bahar gelmedi derken yaz geldi! Ama ben çalışan bir lezzet tutkunu olarak size tüm yaz güneyden seslenemeyeceğim için İstanbul'da şehir turuma devam ediyorum. Gezerken de hem ruhuma, gözüme hem de damağıma keyifli gelen mekanlarda biraz fazla duruyorum. Dünya mutfağından farklı lezzetlerin İstanbul’un tarihi dokusu içinde hayat bulması ise beni daha da heyecanlandırıyor. Aslında biraz da üzülüyorum... Anadolu toprakları üzerindeki tarihimizi incelediğimizde bugünkü mutfak bizi şaşırtmamalı. Tüm medeniyetlerin Anadolu'ya kattıkları aslında gerçek füzyon mutfağını oluşturmuyor mu?

Geçen hafta Arnavutköy'den Tünel'e geçmiştim , bu hafta da komşu mahalle Cihangir'e uzandım...

Kanuni Sultan Süleyman ile Hürrem Sultan'ın Halep’te 22 yaşında ölen oğlu Şehzade Cihangir adına 1559’da yapılan Mimar Sinan eseri Cihangir Camii ile başlar bölgenin tarihi… Ardından yapılan hamamlar, tekke ve mektepler ile Cihangir, mahalle olmaya başlar. Tarih boyunca 5 büyük yangın atlatır, bu sebeple semt önemli 7 çeşme ile çevrelenir. Suyun gelmesi ile çevrede hamamlar da yerini alır.

19. yüzyıl sonlarında ahşap binaların yerini almaya başlayan Rum ve İtalyan mimarların Art Noveau binaları şimdiki görüntüsüne kavuşmasını sağlar Cihangir’in. İlk bakışta sessiz ve sakin gözüken bu semtin kalbi artık tarihi apartmanların girişine yerleşen restoran ve kafelerinde atar. Bu kafe ve restoranlar birer yaşam alanına dönüşür. Buluşma noktaları olur mahalle sakinlerinin… Ama kapalı değillerdir, misafir ağırlamayı çok severler, hatta mahalleden olmasanız da, kendinizi Cihangirli hissettirler. Bu yüzden açılan yeni mekânlar da uzun soluklu olur. İyi olanı sahiplenmeyi bilirler.
Rose Marine de böyle sizi kendine bağlayacak mekânlardan olacak. Semtin kendine has dokusuna sadık kalmışlar ama aynı zamanda diğer mekânlardan farklı bir soluk getirmişler. Cihangir’in alışılagelmiş bohem ruhundan sıyrılmış, biraz Fransız ama kesinlikle samimi ve rahat bir ortam yaratmışlar.
Gündüz sohbet etmeye, kitap okumaya veya laptop’ınızı alıp çalışmaya gidebilirsiniz. Cihangir’de eşi benzeri olmayan gizli kış bahçesinde kendinizi evinizde hissedebilirsiniz. Hatta abartıp evinizde misafir ağırlıyormuş gibi de hissedebilirsiniz.

Bir de öğrendiğim kadarıyla Rose Marine’de sürprizlere de hazır olmalıymışsınız. Alt kattaki piyanoya ne zaman ünlü veya cesur birinin geçeceği belli olmuyormuş. Mekân sahipleri şöyle diyor: “Burada performans sergilemek tamamen serbest!”

Rahat ve samimi ortam, bol ödüllü şef Hüseyin Kurt’un özel mönüsü ve yüzlerce şaraptan oluşan kavı ile birleştiğinde mekânı vazgeçilmez yapıyor. Ortam Fransız esintileri taşısa da mutfak tam bir dünya mutfağı! Yazımın başında da söylediğim gibi bu beni şaşırtmıyor. Hatta olması gereken diyorum. Burada da Türk, İtalyan, Fransız, Rus, Fas, Meksika, Çin ve Thai gibi alternatiflerle zengin bir mönü sunuluyor.

Hatta Rose Marine ayağının tozu ile “Modern Türk Mutfağı” konsepti ile semte güzel bir merhaba demişti.  “Türk usulü sushi: Tushi” ile de çok ilgi çekti. Tushi: kısır ve nar ekşisinin roka ile sushi tekniği kullanılarak sarılmasından oluşan, Şef Hüseyin Kurt’un özel mezesi. Ayrıca başlangıç olarak fava üzerinde kadayıfa sarılı İskenderun karidesi, renkli biberli borani ve baklava hamuruna sarılı levrek de iz bırakan tatlardan oldu. Belki aynı mönüyü sürekli bulamayabilirsiniz ama mutlaka sizi çekecek yeni ve farklı tatlar sunacaklardır. Gece 04.00’e kadar açık olup DJ performansları sunan mekânı aynı zamanda özel günler için de kullanabileceğinizi bir kenara not edin.

Tarihi dokunun içinde kendinizi evinizde hissetmek isterseniz Rose Marine’i denemelisiniz. Ben mahalle sakini olmasam da kendimi evimde gibi hissettim... Siz de deneyin...

Kılıç Ali Paşa Mahallesi Akarsu Caddesi No:27
Cihangir-Beyoğlu/İstanbul
Tel: 0212 249 62 77
facebook.com/Rose Marine Cihangir




(Karaf Magazin Sayı:46 İlkbahar Mekanları Yazımdan)

21 Mayıs 2011 Cumartesi

Are you "spoil"ed?

Tarihi binalar yavaş yavaş restore ediliyor, nihayet metro durağı da geliyor ve bir semt küllerinden yeniden doğuyor. Yıllarca belki de sadece avize almak için aklımıza gelen Şişhane’de şimdi İstanbul’un en iyi restoranları yerini almaya başlıyor. Sakin, huzurlu bir lezzet durağı haline geliyor. Galata’dan buraya doğru uzanan tasarım dükkânlar bu semti bir cazibe merkezi yapmakta ısrarlı. İşte tam bu sırada Meşrutiyet Caddesi 84 numarada Spoil yerini alıyor.

Geçen sezon Şişhane’nin adını tekrar duymamızı sağlayan Public’in usulca semte veda etmesinin ardından Spoil de bir anda dikkatleri üzerine çekmeyi başardı. Fakat Spoil dekorasyonu ve enerjisi ile sanki uzun zamandır buradaymış gibi karşılıyor bizi. Öğlen saatlerinde hareketin başladığı mekân, gece 04:00’e kadar kapılarını lezzet tutkunlarına açık tutuyor.

Hafta sonunda ise 24 saat uyumayan şehrin nabzı neredeyse Tepebaşı, Asmalımescit ve Şişhane üçgeninde atıyor diyebiliriz. İşte tam bu sırada Spoil’de DJ Salih Saka ve ekibinin performans gösterdiğini söylemek bilmem yeterli olur mu? Spoil bir anda eğlenceli bir mekâna dönüşüyor.

Güzel müzik bir tarafta dursun, öğlen ve akşam farklı mönü sunulan, geniş bir Akdeniz Mutfağı olan mekânın dekorasyonuna Jeyan Ülkü ve Yalın Tan’ın dokunuşları ayrı bir hava katmış. Gündüz oldukça aydınlık ve ferah olan mekânda samimi bir ortam yaratılırken, akşam biraz daha ağır ama korkutmayan bir restorana dönüşüyor. Bu sadece dekorasyon ve mönü ile olmuyor tabii ki.

Diesel Türkiye Distribütörü ve Özlenir Giyim’in Yönetim Kurulu Başkanı Tahsin Özlenir ve İstanbul Yiyecek ve İçecek Grubu eski ortaklarından Muhittin Ülkü’nün ortaklığında hayata geçirilen bu proje adından da anlaşılacağı gibi yemekleri ve müziği ile müşterilerini “şımar”tmaya kararlı. Muhittin Ülkü de işletme yöneticisi Ersel Şen ile bizzat mekânın nabzını tutuyor. Belli ki uzun yıllara dayanan tecrübesi aşırılıklardan uzak, yormayan bir mekân yaratmasını sağlamış.

Özellikle belirtmek istediğim bir diğer detay ise yemek çeşitliliğine yakışır genişlikte olan şarap mönüsü. Hatta Kavaklıdere’nin “Ancyra” serisinin Narince, Öküzgözü, Boğazkere gibi birçok çeşidinden “Pendore Öküzgözü”ne kadar birçok şarabı kadehte bulabiliyorsunuz. Özellikle başlangıç olarak tabouleh, dil balığı, tartar gibi soğuk mezelerden tercih ederseniz bir kadeh “Egeo Sauvignon Blanc” ile başlamanızı öneririm.

Ben bu mekânı anlatmaktan yorulmam, eminim siz de yemekleri denemekten yorulmayacaksınız… Hatta denedikçe şımaracaksınız, şımartılacaksınız...

Meşrutiyet Caddesi No:84, Şişhane/İstanbul
Tel: 0212 251 26 96-0530 240 49 08
facebook.com/ SPOIL RESTAURANT BAR ŞİŞHANE

(Karaf Magazin Sayı:46 İlkbahar Mekanları yazımdan)

18 Mayıs 2011 Çarşamba

Arnavutkoy'un yeni sakini: ANTICA LOCANDA

İstanbul’un satır aralarını okumak gibidir ara sokaklarını keşfetmek. Tarihi detaylar alır götürür sizi… Hele bir de hem ruhunuza hem de damağınıza hitap eden bir mekân keşfettiyseniz değmesin kimse keyfinize. İşte bu önemli keşiflerden biri de Osmanlı döneminde yapılan en büyük Rum kiliselerinden Taksiarhi Rum Ortodoks Kilisesi’ne ait eski fırın binasının Antica Locanda ile yeniden hayat bulması.

İçeri girdiğinizde yüksek tavanı ve sade dekorasyonu ile şöyle derin bir nefes alabilirsiniz. Yüksek mimar Turhan Kaşo gerçekten muhteşem bir proje çıkarmış ortaya. Her şey olması gerektiği gibi. Güzel bir yemek yiyeceksiniz ve gözünüzü rahatsız eden bir fazlalık olmayacak etrafta.

Ben mekânı keşfederken ilk merak ettiğim, mekânın sahibi ve şefi Gian Carlo Talerico’yu İstanbul’a neyin sürüklediği oldu. Tabii ki aşk… İstanbul aşkından önce belli ki sevgili eşi Beldan’a duyduğu aşk onu buraya sürüklemiş. Toscana’da başlayan bu aşkın ikisinin de yaratıcılıklarını nasıl güçlendirip Arnavutköy’de böyle geleneksel ve rustik İtalyan restoranı doğurduğunu Beldan Hanım’dan dinledim. Birlikte kilisenin bahçesine açılan küçük muhteşem terasta sohbet ettik. Bahar aylarında terastaki bu iki masa için rezervasyon kuyruğu olacağını şimdiden tahmin edebiliyorum.

Öncelikle Gian Carlo’nun “en iyi malzemelerle en yalın şekilde pişirme” anlayışının tabakların hem lezzetinde hem de sunumunda, dolayısıyla Antica Locanda’nın mönüsünde kendini hissettirdiğini anlattı. Bu “locanda”da her şey günlük ve taze hazırlanıyor. Makarnalar servisten birkaç saat önce elde yapılıyor, ekmekler bu mutfakta pişiyor, risotto için standart bekleme süresini göze almalısınız çünkü siparişiniz ile pişmeye başlıyor. Ama önceden bilmenizde fayda var; burada gerçek İtalyan yemekleri sunuluyor. Her yerde standart olmuş ve İtalya’da bile modası geçmiş tatlara rastlamazsınız mönüde. Günlük hazırlanan pizzalar da sadece öğle yemeğinde sunuluyor.

Geleneksel İtalyan Mutfağı’nı yöresel çeşitliliği ile sunmayı hedefleyen Antica Locanda’nın mönüsünden birkaç öneri istiyoruz ve Beldan Hanım bize kökeni ortaçağa uzanan ve tipik bir İtalyan başlangıç tabağı olan crostino, Ligurya usulü kalamar yahnisi, Roma usulü taze bucattini carbonara, Toskana usulü taze maccheroni gibi özgün lezzetlerine uygun tabakları öneriyor. Ben de size 20 dakikayı göze alıp 2 kişilik risotto ve mükemmel sosu ile kuzu pirzolayı öneriyorum. Şarap mönüsünden ise “Côtes d’Avanos Narince Chardonnay 2009” ve “Pendore Syrah 2009” rekoltelerini seçebilirsiniz.

Mönüyü aldığınızda ilk sayfada şefin bir hoş geldiniz yazısı var. Her akşam misafirlerine sürpriz yemekler sunduğunu söyleyen şef Gian Carlo yazısında “aklının mönüye koyamadığı yemeklerde kaldığını” belirtiyor. İtiraf edeyim, benim aklım mönüdeki tüm yemeklerde kaldı!

Not: Kilisenin bahçesine açılan küçük bir de teras alanı bulunan Antica Locanda, pazartesiden cumartesiye öğlenleri 12:00-14:30, akşamları 18:30-23:30 arasında servis veriyor. Pazar günleri kapalı olan restoranın akşam saatlerinde vale hizmeti de mevcut.

Satış Meydanı No:12 Arnavutköy/İstanbul
Tel: 0212 287 97 45 - 0532 321 18 41

(Karaf Magazin Sayı: 46 İlkbahar Mekanları yazımdan...)

23 Nisan 2011 Cumartesi

Seyahatler... Biriktirirken hafiflemektir...

5. gün: 28 Aralık 2010

Paris'e ilk ziyaretim olduğundan bazı klasikleri mutlaka denemeliyim. Özellikle bugün de Paris'teki ilk yalnız günüm ve ben güzel bir seçimle başlıyorum:


Cafe de Flore
172 Boulevard Saint Germain
75006 Paris
Cafe de Flore ile randevunuzda kendinizi oldukça rahat hissedebilirsiniz. Çünkü çok klasik ve rahat bir ortam. Size pahalı bir yere gelmişsiniz hissi vermiyor ama her detayda Cafe de Flore logosunun olması buranın gerçekten de kendi standartlarında bir marka olduğu hissini kesinlikle veriyor.
Cafe'nin önünde camekanlı bir bölümde en köşedeki masadan kalkanları gözüme kestiriyorum ve hemen masayı kapıyorum. Hem caddeyi hem de içeriyi izleyebileceğim bir açıdayım. Bu arada küçük bir detay vereyim; boş bulduğunuz yere oturabilirsiniz çünkü garsonlar size yardım etmeyecek. Ama yanlış anlamayın bu ilgisizliklerinden değil, aksine sizi rahat hissettiren bir davranış. Ben de bu rahatlıkla menüyü alıp incelemeye başlıyorum...
Menü küçük bir hikaye kitabı gibi ve açtığınızda ilk sayfada J.P. Sartre'ın üçlemesinin adı ile karşılaşıyorsunuz. "Les chemins de la liberte" (The roads to freedom/ Özgürlüğe giden yollar) ; Sartre'ın 2. Dünya Savaşı ve Nazi istilasına cevaben ve yaşama bağlılığının bir göstergesi olarak yazdığı eser. Önceleri 4 kitap olarak planlanmış ama sadece 3'ü basılmış. Kitaplarının bir çoğunu bu cafede yazdığı bilinen Sartre'ın gerçekleri olağanüstü kurgularla yansıtmasını hep çok sevmişimdir. Özellikle "İş İşten Geçmeden" adlı kitabını tavsiye ederim. Zira ben iş işten geçtikten sonra okumuştum!!!


Yalnız başına kahvaltı ediyorsanız kahvaltının anlamı başka olur. Düşünceler, hayaller, yeni birşeyler keşfetme arzusu... Böyle durumlarda ya çok klasik bir kahvaltı tercih edersiniz yalnız hissetmemek için ya da çok yeni birşey denersiniz benim gibi, özgürlüğünüzü ilan etmek için.
Tabi ki bu kadar da anlam yüklemeden sadece iki lokma da yiyebilirsiniz.
Ben öneriler bölümünden şunu seçtim: "Fromage blanc avec coulis de fruits rouges..." fromage'ı peynir sandım, fruits rouge da kırmızı meyve... Sonra resimdeki yoğurt ve kırmızı meyve sosu geldi. Yoğurt biraz daha krema gibi ama kesinlikle ağır değil. Yanında tabi ki bir de cafe au lait (latte gibi bol sütlü kahve)  aldım. Kahvaltı güzel ama önümde uzun bir gün var. Yola devam etmek gerek...

Saint Germain'de yürüyüp kaç gündür keşfedemediğim ara sokaklarını gezmeye başladım.
Burada oturuyor olsaydım eminim hergün evime taze çiçekler almak isterdim.
Paris Çiçekçileri ; rengarenk,  resim gibi, ... 
Her birinin sanki bir hikayesi varmış gibi durup okumak istiyorsunuz... Durup bakakalıyorsunuz...
Fotoğraflıyorsunuz...
İşte seyahat etmenin en güzel yanlarından biri de sahiplenmemeyi öğreniyorsunuz. Bazı şeyler olduğu yerde daha güzel. Siz sadece anılarınıza birkaç kare ekleyip yanınıza alın yeter. Hayata fazla yük bindirmenin anlamı yok. Bu sefer mecazi anlamda söylemiyorum.
İşte herşeyi beğenip alıp götüremeyeceğiniz bir butik daha:

Serendipity (la boutique)
81-83 rue du Cherche-Midi 75006 Paris
e.mail : contact@serendipity.fr
tél : +33 (0)1 40 46 01 15

200m2 bir garajı alıp içine her telden tasarım birşeyler koyup güzel bir butiğe çevirmek zor bişey değil , ben de yaparım diyorsanız hadi buyurun!
Her dokunduğunuz eşyanın bu kadar basit olup da bu kadar özel olmasına anlam vermek zor geliyor.
Bir oyuncak bu kadar basit düşünülerek tasarlanmalı, ona sahip olacak çocuğun gözünden dünyayı görebilmelisiniz. (Basit düşünmek derken yanlış anlamayın , basit düşünmek daha da zordur çoğu zaman.)
Sonra eşyalar; büyüseniz de onlarla eğlenebileceğinizi unutturmamalı size... Çok anlam yüklemeden sevebilmelisiniz onları, hayatınızın bir parçası olabilmeli, vakti geldiğinde vazgeçebilmelisiniz de elbette, yerine yenilerini koyabilmeli! Az olmalı ama öz olmalı... Evde etrafınıza bakın, olmasa da olur dediğiniz eşyelerı düşünün. Sadece size iyi hissettiriyor diye bir yastığı tutabilirsiniz ama hiç kullanmadığınız bir vazo boşluk doldurmasın masanızda... 
Konudan uzaklaşmadan dükkana dönüyorum. Böyle dükkanların dezavantajı ise siz dükkanı gezerken hayallere dalıp başka yerlere gidebiliyorsunuz ama onlar orada satılmak için bulunuyorlar. Birileri gelip sadece ilham alsın diye değil.
Çok mu acımasız oldu yorumum? Ben bu dükkandan boş çıkarken biraz içim acıdı belki ondandır. 
Bütün gün birçok dükkan gezdim ama aklım geçen gün gördüğüm botlardaydı. O dükkanı bulmalıydım. Günlerdir düz ayakkabı ile kilometrelerce yol yürüdüm ve itiraf ediyorum topuklu ayakkabılarımı özledim. İnanması zor ama düz ayakkabılar bacaklarımı ağrıttı... Bir kadın heryerde kadındır. Birgün sahil kasabasına yerleşme hayallerimi değiştirmez bu , olmadı evin içinde giyerim topuklularımı.  Dükkanın Pompidou'dan Bastille'e giderken olduğunu hatırlıyorum. Hatta Pain de Sucre önünde uzun bir kuyruk vardı aynı sokakta... Hafıza işte böyle birşey, siz istediğinizde çıkabilsin diye bilinçaltında daha neleri saklar. Rue des Francs-Bourgeois...
Ayakkabı alışverişimi yaptıktan sonra artık daha rahat gezebilirim.
Fakat gözüme takılan "Sidney Carron" isimli tasarım takı dükkanı sanırım hafızama yer edecek cinsten... Bir yüzük beğendim vitrinde, ama dükkan kapalı, hadi hayırlısı!


Bakmayın kendimi biraz alışverişe kaptırdığıma , uzun sürmedi. Etrafı keşfetmeye devam ediyorum.

Birkaç gündür Paris sokaklarında belirli aralıklarla dizilmiş aynı model ve renkte yüzlerce bisikletin hikayesini merak ediyordum. Biraz araştırdım ama Paris'te yalnız geziyorsanız size cevap verecek pek sıcak kanlı Parisienne görmeniz mümkün olmuyor. Yine de araştırmacı gazateci ruhum ile birkaç şey öğrendim. Fransızca bisiklet anlamına gelen "Vélo" ve özgürlük anlamına gelen "Liberté” kelimelerinin birleşiminden oluşan VELIB ; Paris'in bisiklet kiralama sisteminin adı. Aslında bunun 2007'de başlatılan bir ulaşım projesi olduğunu sonradan öğreniyorum. Amaç trafiği %40'lara varacak şekilde azaltmakmış. Eminim hava bu kadar soğuk olmasaydı bunu geldiğim ilk gün keşfederdim. İlk yarım saatinin bedava olduğu bu sistemi kredi kartınızla kiralayabiliyorsunuz. Kiraladığınız bisikleti şehrin herhangi başka bir noktasına da bırakabiliyorsunuz. Daha detaylı bilgi almak için 2teker 'i mutlaka okuyun. 
Paris Dolmuşu'nu daha önce tanısaydım Aydın kesin bilgilendirirdi beni. Hatta bugün yeni otelime geçerken metro ile gitmememi tavsiye de ederdi eminim. Koca valizi metroda taşımak eziyet oldu. Tamam İstanbul'da hasret kaldığımız metro burada tüm şehri sarmalıyor olabilir ama herşey bir yere kadar. Aydın ile havaalanındaki bahtsız karşılaşmamızı saymazsak onunla daha iki gün sonra tanışacağız .
Yalnız gezdiğim bugünü basit ama güzel bir yemekle bitirmek istedim. Önceden listeme aldığım restoranlardan birini denedim.
Chez Flottes
2 Rue Cambon 75001 Paris

1 numaralı metro ile Tuileries durağında inip meşhur Tuleires bahçeleri solunuzda kalacak şekilde Rue de Rivoli üzerinden yürüyün. Sağınızda ise turistik hediyelik eşya dükkanlarını göreceksiniz.Sanırım sağdan üçüncü sokak Rue Cambon.  Eğer kendimi Flottes için şartlamış olmasam başka birçok seçenek aklımı çelebilirdi. Çünkü bu sokakta çok fazla restoran var.
Restoranın girişinde yiyeceğiniz deniz mahsülünü seçebilirsiniz. Bu birçok kişi için cazip gelebilir ama beni hep korkutmuştur. Bu konuda daha öğreneceğim çok şey var. Bu yüzden şimdilik önerilere göre yol almaya devam etmeliyim. Fransızca bilmemek işte bu noktada gerçekten canınızı sıkabilir. iletişim kuramadan yemek seçmek...
Neyseki şarap ve peynir seçebiliyorum. Bir de "fois gras" yı biliyorum.
Size bir tavsiye; 5 çeşitten oluşan deniz mahsülleri tabağını seçerken içinden en az birini severim diye düşünmeyin! Benim gibi hiçbirini yiyemeyebilirsiniz.
Ama neyseki ekmek ve tereyağı getiriyorlar sofraya. Zeytinyağına alışık biri olarak tatilde olmanın keyfini çıkarıyorum. Sonra bir kadeh Sauterns ile fois gras ve bir kadeh de Bordeaux ile Sainte-Nectaire, Gorgonzola ve Camambert çok çok güzel geldi.
Bugüne dair sizinle paylaşabileceklerim bu kadar ama biraz daha fazlasını anı olarak kendime saklayacağım kesin...
Ne demiştim başlıkta; Seyehatler... Biriktirirken hafiflemektir! Anıları taşıyın ama sadece sizi rahatlatacak olanları...

 





30 Ocak 2011 Pazar

Haftaya Paris'te başlamak... Sakin, Rahat ve Lezzetli

4. gün 27 Aralık Pazartesi

Haftanın ilk günü ve ben işe değil Paris sokaklarında gezmeye hazırlanıyorum. Hande son gününü daha iyi değerlendirmek için erkenden çıktı. Günlerdir kapalı olan dükkanları talan edecek sanırım. Benim hiç acelem yok, bir ara yakalarım ben onu, ya Christian Louboutin'de ya da Chanel'de ...

İki gündür yaptığımız gibi Saint Germain'de yürüyerek güne başladım. Tüm cadde sanki "bugün pazartesi" der gibi stresli ve telaşlıydı. Ama kimin umurunda? Zaten dillerini de anlamıyorum...

Bugün sakin ve rahat bir gün geçireceğim dedim ve yüreğim beni yine ilk olarak Madeleine'e götürdü.
Gurme turuma devam ettim. Sonra şu meşhur La Fayette'i gördüm. Ama büyük "departman store"lar hiç bana alışveriş ruhunu vermiyor. İçimi karartıyor... Kaçıyorum.

Opera için bir kere daha şansımı zorladım ama maalesef...

Yine hayalkırıklığı ile yürürken bir anda kalbim yerinden çıkacak sandım. Sanki teyzemin elinden tutuyormuşum da onu gördüğüm vitrine sürüklemek için kolunu çekiştiriyormuşum... Sanki 7 yaşıma geri dönmüşüm ve rüyalarıma giren pembe saten bale ayakkabılarının cennetine düşmüşüm...
Repetto:
22 Rue Paix, 75002 Paris
Repetto, Paris
Repetto artık sokakta giyilebilen ayakkabılar da yapıyor ama aynı şey değil... Benim kutusundan çıkarıp yatarken başucuma koyduğum gibi değil.
Dükkana girdiğimde bir anda sahne arkasında hissettim kendimi. "Fındıkkıran 1.perde başlamadan hemen önce son dekor kontrolleri yapılıyor ve yeni Repetto'larımı yumuşatmak için perdenin hemen arkasında piroutte çalışıyorum. Dönerken de kaymamak için kenarda duran reçinelere puantlarımın ucunu sürüyorum."
Bu hayalle mağazadan çıktım ama içim öyle bir ısınmış ki soğuğu hissetmedim...Ayaklarım yerden kesilmiş bir şekilde yürümeye devam ettim Paris sokaklarında...

Akşam İstanbul'dan tesadüfen aynı tarihte Paris'te olan bir arkadaşımla buluştum. Daha önce burada yaşadığı için kendimi ona bıraktım ve onun çok sevdiği Le Market'te gittik.

Le Market
15, avenue Matignon
Paris, Ile-de-France 75008

Market, Paris
Le Market, meşhur Jean Georges restoranlarından biri... Hani İstanbul'da da W Hotel içinde açılıp önceleri büyük ses getiren ama sonra bir anda kapanan Spice Market gibi...
1956 Alsace doğumlu şef Jean Georges Vongerichten 1985'ten beri önce Boston'da sonra da New York , Las Vegas, Paris ve Shanghai gibi gurme başkentlerinde birçok restoranı açmış.
Bunların hepsinin ayrı bir hikayesi ve tarzı var ama ben size New York'tan iki önerimi yazacağım.

ABC Kitchen: 
35 East 18th St (near Broadway) NY
New York'ta en sevdiğim mağazalardan biri ABC carpet ve ABC home'un içinde açılan ABC Kitchen tam anlamıyla bir "farm-to-table" organik restoran olmuş. Greenmarket'ten de birkaç blok ötede olması nedeniyle sürekli menüyü taze sebzelere göre değiştiriyorlarmış. Ama benim en çok dikkatimi çeken tatlı alternatifleri oldu. henüz denemedim çünkü restoran henüz çok yeni. İlk New York ziyaretimde deneyeceğim. ABC home'da alışverişe de güzel bir mola olur.
Mercer Kitchen:
99 Prince St NY
Meatpacking District'teki bu restoranda ağırlıklı deniz mahsülleri menüsünü tavsiye ederim. Avokado soslu karides veya "raw bar"dan bir seçenek olabilir...
Bu arada tüm Jean Georges restoranları open table rezervasyon sistemine bağlı. Bu yüzden internetten güvenli bir şekilde rezervasyon kolaylığı var.


Bu alternatiflerin yanında Bora Bora'da Lagoon, Las Vegas'ta Prime Steakhouse da olabilir. Diğer tüm restoranlar için web sitesini mutlaka ziyaret edin. Ve Jean George'un bloguna da bir göz atın.

Şimdi asıl Paris gezim içinde yer alan Market'e dönebilirim.
Champs Elysees üzerinde Franklin D Roosevelt meydanı kesen Avenue Matignon'dan Saint-Honore'a doğru yürürseniz Le Market'i cadde üzerinde sol tarafta görebilirsiniz. Biraz dikkat etmeniz gerek ama kışın bahçesi de kullanılmadığı için pek dikkat çekmiyor.Ya da soğuktan kafamı kaldırıp bakamadığım için şuan hafızamda böyle kalmış.
Soğuktan içeri girince pek de Fransızlardan beklemediğim sıcak bir karşılama beni şaşırttı.

Market, Paris
Market pek Fransız tarzında bir restoran değil. Jean Georges'un Amerika'da uzun yıllar kalmasının etkisini görebiliyorsunuz. Biraz daha yeni dünya tarzında bir menüsü var. dekorasyonu da daha modern ve sade. Mekan da oldukça aydınlık hatta bu yüzden pek romantik diyemeyeceğim. Yumuşak bir ışık var ama Joel Robuchon'un daha samimi sıcak ve romantik bir ortamı vardı. Burası daha çok iş yemeği ve hatta öğlen gelebileceğim bir yer gibi hissettirdi. Ta ki garsonlarla tanışıncaya kadar. Oldukça nazik samimi garsonlar yabancı olduğunuz için direk İngilizce menüyü getirdiler ve beni kalbimden vurdular. Kaç akşamdır menülerle savaş verdiğimi düşününce bununla artı puan aldı benden.

Yemek seçiminde yüreğinizin sesini dinleyin. İsterseniz Fransız bir seçim yapıp foie gras deneyebilirsiniz: Buradaki menüde "foie gras brule, plum, spicy fig jus"güzel bir başlangıç olabilir. Ya da "Black truffle and fontina" pizza öğlen için güzel bir alternatif....
Denizden gelsin diyorsanız "steamed sea bass, carrot confit in cumin" diyorum...
Jean Georges'un baharatları kullanma şekli oldukça yaratıcı. Tatlı baharatları ve meyveleri ana yemeklerde çok güzel kullanıyor. Sanırım bu meslek hayatına başladığı Uzakdoğu'nun etkisi diye düşünüyorum.
Mesela "filet of duckling, coco beans, fig chutney, sriracha emulsion" da güzel bir alternatif olabilir.
Champs Elysees, Paris
Market'ten çıkıp Avenue Franklin Delano Roosevelt'te Le Carre Cafe'de cigar molası veriyoruz. Isıtıcıların altında soğuk ama sakin havanın keyfini çıkarıp bir kadeh Provence rose de burada içiyorum.
Gece hiç bitmesin istiyorum.
Bu gece de güzel bir seçimle Paris seyahatime keyif katmanın mutluluğu içinde tekrar Hande ile buluşmak için Champs Elysees'de yürüyorum. Bir anda kendimi yine turistik kalabalık caddenin ortasında buluveriyorum. Dolayısıyla birçok mağaza da geceyarısına kadar açık. Bu saatte hala kasalarında kuyruk olan Virgin'ın önünde Hande ile buluşuyoruz.

 Hande'nin Paris'teki son akşamı...
3 gün çabuk geçti ama en azından dolu dolu geçti.
Birlikte son geceyi de güzel bir ritüelle bitirelim dedik.  
Noel sonrası Yeni Yıl öncesi ışıl ışıl içinizi ısıtan Champs Elysees'te şarap keyfi... Daha ne olsun?
Sakin, rahat ve lezzetli...

15 Ocak 2011 Cumartesi

Paris: geldim , gezdim, yedim , içtim... yine gelirim...

3.gün- 26 Aralık 2010

Paris'te yeni bir sabah... Noel bitti ama bu sefer de pazar günü olduğu için dükkanlar kapalı. Bu bana garip bir mutluluk veriyor. Bu sokaklar sakin olduğunda daha keyifli sanki. Sanki boş bir film seti gibi. Ama biliyorum ki bu uzun sürmeyecek birazdan kendimi kalabalık turistik mekanların ortasında bulacağım.
Kaldığımız bölge sabahları çok sessiz. Galata'nın sabahları gibi şehri dinleyebiliyorsunuz. İki adımda Notre Dame'ın ihtişamlı silüetine ulaşabiliyorsunuz. Biz Notre Dame'in hemen güneyinde St Michel bulvarının Seine Nehri'ne paralel sokaklarından biri olan Saint Severin caddesinde sevimli bir otelde kalıyoruz.
Hotel Europe Saint-Severin
38-40 Rue Saint Severin, 75005 Paris
Yılbaşı dönemi için çok da iyi bir fiyata ayarladık. 2 kişilik oda kişi başı 50 Euro. Banyosu yenilenmiş, temiz bir otel. Odalar, lobi ve koridorlar küçük ama zaten kimin umurunda, metroya yakın ve hatta gece yarısı son metroyu kaçırsan bile şehrin her yerinden yürüme mesafesinde diyebilirim. Ya da her saatte taksi bulabiliyorsun. Şehrin merkezinde en fazla 15 Euro ödersiniz.
Otelden çıkmadan önce resepsiyonistten bize akşam için Joel Robuchon'da yer ayırtmasını rica ediyoruz. Yanımızda arıyor ama malesef 3 Ocak'a kadar yer yok! Nasıl olur, listemde olan bir restoran ve biz yemek yiyemeyecek miyiz?
Tabi ki hayır! Otelden çıkıp sessiz Saint Germain bulvarından yürüyerek Rue de Montalembert'teki L'Atelier de Joel Robuchon'a ulaşıyoruz. Dükkan henüz kapalı, içeride öğlen için hazırlık yapıyorlar. Kapıyı hayret edilecek derecede nazik bir görevli açıyor. İsim vermeyeceğim çünkü söz verdim bir de üzerine yakışıklı! Pes etmeden bir süre ısrarlarımıza devam ettik ve akşam 9 için 2 kişilik yerimiz ayrıldı. Kimse duymasın dedi sakın siz de söylemeyin lütfen... Ah ah neyseki Kavaklıdere kimliğimi söylemeden yer ayarladık yani.
Şimdi gönül rahatlığı ile Paris sokaklarını arşınlayabilir ve planladığımız güzel kahvaltıya kavuşabiliriz.



Gerard-Mulot
76 Rue de Seine, Paris
 Gerard Mulot
76 Rue de Seine 75006 Paris

25 yıl önce Bayan ve Bay Gerard Mulot'nun kurduğu bu pastane sabahları kapısında kuyruk olanlardan. Fransa'nın pastanelerinin, fırınlarının methini duymuştum ama bu kadarını beklemiyordum. Bunun sebebini de araştırmadan duramadım. Sonunda tüm sorularım beni tek bir cevaba ulaştırdı: Beurre! (tereyağı) Tüm dünya tarafından en iyi olarak kabul edilen ve Fransa'nın Normandiya ve Charentes-Poitou bölgelerinde yapılan tereyağı AOC(Appelation d'Origine Controlee) sistemine bile sahip.
Burada yedikleriniz, korktuğunuz, sağlıksız diye bildiğiniz bu hayvansal besin hakkındaki tüm düşüncelerinizi değiştirecek. Sadece çok lezzetli olması değil , biraz araştırdığınızda doğal tereyağının tahmin ettiğiniz gibi sağlıksız olmaması.
Gerard Mulot, tereyağının ve tecrübenin etkisi ile en iyilerden biri.
Normalde herkes birşeyler alıp çıkıyor bu dükkandan ama biz arkada bulunan 4 sandalyeden birine oturmayı hedefledik. Ben yine farklı bir şey denemek için rastgele içinde peynir de olan birşey seçtim. Tourte Poireaux -Fromage Chevre (Pırasa ve Keçi peynirli turta)  ve bir de Feuillete Jambon-Gruyere... (çok ince kat kat yufkalardan yapılmış jambon ve gravyerli bir çeşit börek) ve tadı damağımda kaldı... Bu sefer tatlı yemedim ama vitrinde yanında küçük tüp içinde frambuaz sosu olan bezelerde de aklım kaldı.
Fransızların soğuk ve kibirli tarafını burada da gördük. Biz aldıklarımızın yanına birer fincan da kahve almıştık ki , bizden sonra gelen turistlere yoğun oldukları için kahve veremeyeceklerini söylediler. Tamam içerisi kalabalık ama topu topu 4 sandalye var ve oturacak olan toplam 4 kişiyiz zaten. Bunun üzerine aldığım yiyecekleri mikrodalgada ısıttırabilir miyim sizce? 10 dakika bekleyerek evet.
Gerard-Mulot vitrininden... 

Pont Royal, Paris
Yine de keyfimiz yerinde Pont Royal üzerinden Place Vendome'a doğru yürümeye başladık.
Tarihin içinde yürüyorsunuz. Tüm dokular korunmuş, sonradan yapılan binaların, eklemelerin hepsi eskiyle uyum içinde , gözünüze batmıyor.Kıskanıyorsunuz, imreniyorsunuz, burada olduğunuz için sevinirken İstanbul için sızlanıyorsunuz. Son yıllarda İstanbul'daki değişimi, gelişimi düşünüyorum. Güzel ama bunun bir grup insanla değil bu şehirde yaşayan herkesin vizyonu ve çabası ile olacağını bilmek gerek. 
Biz bunları düşünürken Paris'te projeler bitmiyor. 2012'ye kadar şehir merkezinin tamamen trafiğe kapatılacağını duydum ve o halini görmek için de sabırsızlanıyorum.  Bisikletle tüm şehri dolaşabileceğim güzel bir ilkbahar gününü hayal edebiliyorum.




Place Vendome, Paris
Hayal gibi bir meydanın önündeyim şimdi:
Place Vendome, 75001 Paris

Fransa tarihinde büyük bir önemi olan 8 köşeli ve devlet dairelerini içeren saraylarla kaplı bu meydanın inşası XIV. Louis emriyle 1687'de başlamış ve 1699'da tamamlanmış. Günümüze kadar ortasındaki heykel/sütun birçok siyasi olayla değişmiş. Son olarak Napolyon sütunu 1873'te dikilmiş ve günümüze kadar gelmiş. Yandaki fotoğrafı meydanın ortasından sarayların bir bölümünü göreceğiniz şekilde çektim. Bu devasa meydanı kadraja oturtmak da oldukça zor zaten. Kuşbakışı haritadan incelemenizi tavsiye ederim.
Bu şaşalı meydan mücevhercileri ve Lady Diana'nın son gecesini geçirdiği Ritz oteli ile günümüzde hem dünya sosyetesinin hem de soyguncuların uğrak yeri... Hikayesi de filmlere konu oluyor tahmin edeceğiniz gibi.

Sola doğru dönerek Madeleine meydanına doğru yürüyoruz. Bu meydanı Levon'un önerileri içinde okurken küçük bir detay dikkatimi çekmişti. " Bir öğleden sonranı Madeleine'e ayır mutlaka. Çok güzel bir kilise, içi bildiğin kalıpların dışında, zaten dışarıdan da Roma tapınağına benziyor. Ama oraya kilise için değil gırtlak için gideceksin...gırtlak için gideceksin...gırtlak için gideceksin..." kulaklarımda hala çınlıyor !
Tavsiyelere uydum ve kiliseyi gezip Academie Nationale de Musique binasını da gezdikten sonra gurme keşfine başladım. İşte önerilerim:   
  1. Lavinia, 3 Boulevard de la Madeleine 75001 Paris  www.lavinia.fr  : Paris'in hatırı sayılır kavlarından biri. Üst katında ise istediğin her şarabı açtırıp yanında şarküteri tabağı alabileceğin bir bistrosu var.

  2. Fauchon, 26 Place Madeleine 75008 Paris http://www.fauchon.fr/  : Bir süre önce İstanbul'da City's AVM'de açılacağı haberleri ile gündeme gelen gurme ve şarküteri markası önce ürünlerinin paketleri ile gönlünüzü çalıyor. Renkler , uyum ve mağaza düzenlemesi görülmeye değer. Elbette ürünleri de... Mutlaka çaylarını, hardallarını, çikolatalarını deneyin. Ama malesef Türkiye'ye gelişi ile ilgili henüz bir netlik yok.
  3. Hediard,  21 Place Madeleine 75008 Paris http://www.hediard.fr/  : Kırmızı çay kutuları, kırmızı kapaklı reçel ve hardal kavanozları... Eğer siz de benim gibi kaliteli ürünlerin muhteşem sunumlarına ve paketlerine vuruluyorsanız bölgede bir tam gün geçirebilirsiniz.
  4. Maison de la Truffe, 19 Place Madeleine 75008 Parishttp://www.maison-de-la-truffe.com/  : Trüf! Ya nefret edersin ya da benim gibi bayılırsın... Değeri altını neredeyse geçen bu mantar çeşidi yetiştiği toprağın çeşidine göre şekil alabiliyor. Ağaç kökleri arasında yetişen, su ve tuzlarla beslenen trüfün keskin aroması tüketilirken çok dikkatli olunması gerekiyor. Miktarı ve ne ile beraber sunulduğu çok önemli. Fransa'da fois gras (kaz ciğeri patesi) ile denemenizi tavsiye ederim... Bunun için özel degustasyon menülerinin de olduğu Maison de la Truffe'ü (Trüf Evi) deneyebilirsiniz.
  5. Senderens , 9 Place Madeleine 75008 Paris http://www.senderens.fr/ : Alain Senderens'ten önceki yazımda bahsetmiştim. 3 yıldızı istemeyip geri veren ve ardından biraz daha rahat ulaşılabilir bir mekan yaratmak isteyen bu yetenekli adamın mekanına mutlaka gidin. Menüden ne seçerseniz seçin yanında önerdikleri şarabı deneyin ve mutlaka soslarına ve baharatlarına dikkat edin.
Madeleine'den ayrılmak zor oldu ama yazdığım tüm mekanları bir günde gezemedim. Fakat Paris seyahatimin  devamında burası oldukça uğradığım bir destinasyon oldu.

Günün diğer yarısında ilk durağımız Pompidou Ulusal Sanat ve Kültür Merkezi oldu.
Amacımız aslında Opera Bastille'e yürüyerek Kuğu Gölü Balesi için bilet bulmaktı ama Pompidou'nun önünden geçerken dayanamadık kendimizi bir anda içeride buluverdik.
Centre Pompidou
http://www.centrepompidou.fr/

1 Aralık'ta “De Stijl ve Piet Mondrian” üzerine açılan sergi ile başladık gezimize. 1917'de  Hollanda'da başlayan De Stijl akımından retrospektiflerle bu akımın en tanınmış temsilcilerinden biri olan Piet Mondrian'ı bir arada ele alan sergi 21 Mart'a kadar devam edecek. Form ve renkleri basite indirgeyen , siyah , beyaz ve ana renklerden oluşan ve sadece yatay ve dikey çizgi formlarını kullanan bu akımı anlamak için gayet tatmin edici bir sergi olmuş.

Georges @Centre Pompidou, Paris

Theo van Doesburg ve Cornelis van Eesteren'in de içinde olduğu  bu akımın önemli mimarlarının 100'den fazla eserini görebilirsiniz.
Her yerde damağımıza da hitap eden bir nokta elbetteki buluyoruz. Bir kadeh şarap molası vermek gerek. Pompidou'nun en üst katında Georges'un girişteki küçük rahatsız koltuklarına oturuyoruz. Yemek almayacağımız için masaya geçemiyoruz. Bir kadeh Sauternes'imi yudumlarkenyorgunluğumu buraya bıraktım.
Yeni bir enerji ile artık yola devam...







Opera Bastille, Paris
 Büyük pişmanlık... Çok büyük...
Nasıl oldu da Kuğu Gölü Balesi biletimi Paris'e gelmeden önce organize etmedim ki!
1963'te Rudolf Nureyev'in Margot Fonteyn ile Champs Elysees Tiyatrosu'ndaki Kuğu Gölü performansını defalarca DVD'den izledikten sonra Nureyev'in kareografisini yaptığı bu gösteriyi Bastille Operası'nda izlemek unutulmaz olurdu. 

Bu üzüntümü biraz hafifletecek olan akşam yemeğimiz için tekrar Saint Germain'e dönüyoruz. Saat 9 olmadan Joel Robuchon'un kapısındayız.
L'Atelier de Joel Robuchon (2 Michelin yıldızı)
5 Rue de Montalembert 75007 Paris
http://www.joel-robuchon.net/

Adamımız bizi hemen tanıyor ve içeri buyur ediyor. Restoranın ortasında bulunan 20 kişilik barda yerimizi alıyoruz. Açık mutfağın etrafına kurulan bu bar çıkan her tabağı görme şansı veriyor. Ayrıca Michelin yıldızlı bir restoranda olmanın verdiği baskıyı hafifleten bir samimiyet oluyor ortamda. Baskı tamamen bu kadar güzel yemek içinden hangisini seçmeliyim. Ya aklım öbüründe kalırsa! Tabi ki bu kadar abartılacak bir durum değil. Sadece bu akşam da güzel bir yemek yiyecek olmanın mutluluğu ve şımarıklığı bu.
Joel Robuchon 1945 Fransa doğumlu, tüm dünyada 9 farklı şehirde 14 restoranı var ve bu restoranların toplamda 26 Michelin yıldızı var. Farklı dillerde de baskısı yapılan toplam 6 yemek kitabı olan şefimiz aynı zamanda Larousse Gastronomique'in güncel baskısının yayın komitesinde yer alıyor. Fransızca bilmiyorsanız menüden birşey seçmek için kesinlikle yardıma ihtiyacınız var. Bizim yemek ve şarap siparişimizi vermemiz yarım saat sürdü. Sonunda degustasyon menüsünden bir başlangıç seçtim; Patlıcan  (L'Aubergine, confite en mille-feuille a la mozzarella et au basilic) Ana yemek olarak da  dana yanağı (La boeuf, en tournedos au poivre noir de Malabar) doğru bir karardı. Yanına da sommelier'mizin önerisi ile 2008 Bourgogne-Hautes Cotes de Nuits "CuveeDR" (Domaine David Duband) söyledik.
Ama bu gecenin süprizi yemeğin ortalarındayken yanımıza oturan aile oldu. 10-14 yaşlarında 3 çocuğu olan bu aile Joel Robuchon deneyimimizi her anlamda bir şölene çevirdi. Yarattıkları gürültü ve sesten şaşkınlığımız sürerken çok konuşkan ve kendine güvenen baba etrafındaki herkesi ailesine katmak istermişçesine etrafa laf atıyordu. Yanıbaşında oturanlar olarak biz de bu muhabbetten payımızı aldık. Ama muhabbeten daha önemlisi babanın menüden seçtiği herşeyden bize de ikram etmesi oldu. Sanki yemekleri kendi pişiriyormuş gibi tadıp yorum yapmamızı-harika dememizi- bekliyordu. Bu mekanda hatırı sayılır bir aile olduklarını , menüde olmayan tatların bile sunulması ile anladık.
Yemeğimizi özel bir tatlı ile bitirdik: La Sphere au chocolat et a la Poire William. İnce bir çikolata küresinin içine gizlenmiş armut ve krokanlı dondurma...Resimde gördüğünüz gibi çikolata küresinin üzerine sıcak çikolata dökülerek eritiliyor ve içinden tatlımız çıkıyor. Voila! Yanında da bir kadeh Banyuls Galateo... Bon appetit!
Ve bunun üzerine fazla söze gerek yok, sessiz Paris sokaklarında yürüyerek geceyi bitiriyoruz.

Svgler
T