30 Ocak 2011 Pazar

Haftaya Paris'te başlamak... Sakin, Rahat ve Lezzetli

4. gün 27 Aralık Pazartesi

Haftanın ilk günü ve ben işe değil Paris sokaklarında gezmeye hazırlanıyorum. Hande son gününü daha iyi değerlendirmek için erkenden çıktı. Günlerdir kapalı olan dükkanları talan edecek sanırım. Benim hiç acelem yok, bir ara yakalarım ben onu, ya Christian Louboutin'de ya da Chanel'de ...

İki gündür yaptığımız gibi Saint Germain'de yürüyerek güne başladım. Tüm cadde sanki "bugün pazartesi" der gibi stresli ve telaşlıydı. Ama kimin umurunda? Zaten dillerini de anlamıyorum...

Bugün sakin ve rahat bir gün geçireceğim dedim ve yüreğim beni yine ilk olarak Madeleine'e götürdü.
Gurme turuma devam ettim. Sonra şu meşhur La Fayette'i gördüm. Ama büyük "departman store"lar hiç bana alışveriş ruhunu vermiyor. İçimi karartıyor... Kaçıyorum.

Opera için bir kere daha şansımı zorladım ama maalesef...

Yine hayalkırıklığı ile yürürken bir anda kalbim yerinden çıkacak sandım. Sanki teyzemin elinden tutuyormuşum da onu gördüğüm vitrine sürüklemek için kolunu çekiştiriyormuşum... Sanki 7 yaşıma geri dönmüşüm ve rüyalarıma giren pembe saten bale ayakkabılarının cennetine düşmüşüm...
Repetto:
22 Rue Paix, 75002 Paris
Repetto, Paris
Repetto artık sokakta giyilebilen ayakkabılar da yapıyor ama aynı şey değil... Benim kutusundan çıkarıp yatarken başucuma koyduğum gibi değil.
Dükkana girdiğimde bir anda sahne arkasında hissettim kendimi. "Fındıkkıran 1.perde başlamadan hemen önce son dekor kontrolleri yapılıyor ve yeni Repetto'larımı yumuşatmak için perdenin hemen arkasında piroutte çalışıyorum. Dönerken de kaymamak için kenarda duran reçinelere puantlarımın ucunu sürüyorum."
Bu hayalle mağazadan çıktım ama içim öyle bir ısınmış ki soğuğu hissetmedim...Ayaklarım yerden kesilmiş bir şekilde yürümeye devam ettim Paris sokaklarında...

Akşam İstanbul'dan tesadüfen aynı tarihte Paris'te olan bir arkadaşımla buluştum. Daha önce burada yaşadığı için kendimi ona bıraktım ve onun çok sevdiği Le Market'te gittik.

Le Market
15, avenue Matignon
Paris, Ile-de-France 75008

Market, Paris
Le Market, meşhur Jean Georges restoranlarından biri... Hani İstanbul'da da W Hotel içinde açılıp önceleri büyük ses getiren ama sonra bir anda kapanan Spice Market gibi...
1956 Alsace doğumlu şef Jean Georges Vongerichten 1985'ten beri önce Boston'da sonra da New York , Las Vegas, Paris ve Shanghai gibi gurme başkentlerinde birçok restoranı açmış.
Bunların hepsinin ayrı bir hikayesi ve tarzı var ama ben size New York'tan iki önerimi yazacağım.

ABC Kitchen: 
35 East 18th St (near Broadway) NY
New York'ta en sevdiğim mağazalardan biri ABC carpet ve ABC home'un içinde açılan ABC Kitchen tam anlamıyla bir "farm-to-table" organik restoran olmuş. Greenmarket'ten de birkaç blok ötede olması nedeniyle sürekli menüyü taze sebzelere göre değiştiriyorlarmış. Ama benim en çok dikkatimi çeken tatlı alternatifleri oldu. henüz denemedim çünkü restoran henüz çok yeni. İlk New York ziyaretimde deneyeceğim. ABC home'da alışverişe de güzel bir mola olur.
Mercer Kitchen:
99 Prince St NY
Meatpacking District'teki bu restoranda ağırlıklı deniz mahsülleri menüsünü tavsiye ederim. Avokado soslu karides veya "raw bar"dan bir seçenek olabilir...
Bu arada tüm Jean Georges restoranları open table rezervasyon sistemine bağlı. Bu yüzden internetten güvenli bir şekilde rezervasyon kolaylığı var.


Bu alternatiflerin yanında Bora Bora'da Lagoon, Las Vegas'ta Prime Steakhouse da olabilir. Diğer tüm restoranlar için web sitesini mutlaka ziyaret edin. Ve Jean George'un bloguna da bir göz atın.

Şimdi asıl Paris gezim içinde yer alan Market'e dönebilirim.
Champs Elysees üzerinde Franklin D Roosevelt meydanı kesen Avenue Matignon'dan Saint-Honore'a doğru yürürseniz Le Market'i cadde üzerinde sol tarafta görebilirsiniz. Biraz dikkat etmeniz gerek ama kışın bahçesi de kullanılmadığı için pek dikkat çekmiyor.Ya da soğuktan kafamı kaldırıp bakamadığım için şuan hafızamda böyle kalmış.
Soğuktan içeri girince pek de Fransızlardan beklemediğim sıcak bir karşılama beni şaşırttı.

Market, Paris
Market pek Fransız tarzında bir restoran değil. Jean Georges'un Amerika'da uzun yıllar kalmasının etkisini görebiliyorsunuz. Biraz daha yeni dünya tarzında bir menüsü var. dekorasyonu da daha modern ve sade. Mekan da oldukça aydınlık hatta bu yüzden pek romantik diyemeyeceğim. Yumuşak bir ışık var ama Joel Robuchon'un daha samimi sıcak ve romantik bir ortamı vardı. Burası daha çok iş yemeği ve hatta öğlen gelebileceğim bir yer gibi hissettirdi. Ta ki garsonlarla tanışıncaya kadar. Oldukça nazik samimi garsonlar yabancı olduğunuz için direk İngilizce menüyü getirdiler ve beni kalbimden vurdular. Kaç akşamdır menülerle savaş verdiğimi düşününce bununla artı puan aldı benden.

Yemek seçiminde yüreğinizin sesini dinleyin. İsterseniz Fransız bir seçim yapıp foie gras deneyebilirsiniz: Buradaki menüde "foie gras brule, plum, spicy fig jus"güzel bir başlangıç olabilir. Ya da "Black truffle and fontina" pizza öğlen için güzel bir alternatif....
Denizden gelsin diyorsanız "steamed sea bass, carrot confit in cumin" diyorum...
Jean Georges'un baharatları kullanma şekli oldukça yaratıcı. Tatlı baharatları ve meyveleri ana yemeklerde çok güzel kullanıyor. Sanırım bu meslek hayatına başladığı Uzakdoğu'nun etkisi diye düşünüyorum.
Mesela "filet of duckling, coco beans, fig chutney, sriracha emulsion" da güzel bir alternatif olabilir.
Champs Elysees, Paris
Market'ten çıkıp Avenue Franklin Delano Roosevelt'te Le Carre Cafe'de cigar molası veriyoruz. Isıtıcıların altında soğuk ama sakin havanın keyfini çıkarıp bir kadeh Provence rose de burada içiyorum.
Gece hiç bitmesin istiyorum.
Bu gece de güzel bir seçimle Paris seyahatime keyif katmanın mutluluğu içinde tekrar Hande ile buluşmak için Champs Elysees'de yürüyorum. Bir anda kendimi yine turistik kalabalık caddenin ortasında buluveriyorum. Dolayısıyla birçok mağaza da geceyarısına kadar açık. Bu saatte hala kasalarında kuyruk olan Virgin'ın önünde Hande ile buluşuyoruz.

 Hande'nin Paris'teki son akşamı...
3 gün çabuk geçti ama en azından dolu dolu geçti.
Birlikte son geceyi de güzel bir ritüelle bitirelim dedik.  
Noel sonrası Yeni Yıl öncesi ışıl ışıl içinizi ısıtan Champs Elysees'te şarap keyfi... Daha ne olsun?
Sakin, rahat ve lezzetli...

15 Ocak 2011 Cumartesi

Paris: geldim , gezdim, yedim , içtim... yine gelirim...

3.gün- 26 Aralık 2010

Paris'te yeni bir sabah... Noel bitti ama bu sefer de pazar günü olduğu için dükkanlar kapalı. Bu bana garip bir mutluluk veriyor. Bu sokaklar sakin olduğunda daha keyifli sanki. Sanki boş bir film seti gibi. Ama biliyorum ki bu uzun sürmeyecek birazdan kendimi kalabalık turistik mekanların ortasında bulacağım.
Kaldığımız bölge sabahları çok sessiz. Galata'nın sabahları gibi şehri dinleyebiliyorsunuz. İki adımda Notre Dame'ın ihtişamlı silüetine ulaşabiliyorsunuz. Biz Notre Dame'in hemen güneyinde St Michel bulvarının Seine Nehri'ne paralel sokaklarından biri olan Saint Severin caddesinde sevimli bir otelde kalıyoruz.
Hotel Europe Saint-Severin
38-40 Rue Saint Severin, 75005 Paris
Yılbaşı dönemi için çok da iyi bir fiyata ayarladık. 2 kişilik oda kişi başı 50 Euro. Banyosu yenilenmiş, temiz bir otel. Odalar, lobi ve koridorlar küçük ama zaten kimin umurunda, metroya yakın ve hatta gece yarısı son metroyu kaçırsan bile şehrin her yerinden yürüme mesafesinde diyebilirim. Ya da her saatte taksi bulabiliyorsun. Şehrin merkezinde en fazla 15 Euro ödersiniz.
Otelden çıkmadan önce resepsiyonistten bize akşam için Joel Robuchon'da yer ayırtmasını rica ediyoruz. Yanımızda arıyor ama malesef 3 Ocak'a kadar yer yok! Nasıl olur, listemde olan bir restoran ve biz yemek yiyemeyecek miyiz?
Tabi ki hayır! Otelden çıkıp sessiz Saint Germain bulvarından yürüyerek Rue de Montalembert'teki L'Atelier de Joel Robuchon'a ulaşıyoruz. Dükkan henüz kapalı, içeride öğlen için hazırlık yapıyorlar. Kapıyı hayret edilecek derecede nazik bir görevli açıyor. İsim vermeyeceğim çünkü söz verdim bir de üzerine yakışıklı! Pes etmeden bir süre ısrarlarımıza devam ettik ve akşam 9 için 2 kişilik yerimiz ayrıldı. Kimse duymasın dedi sakın siz de söylemeyin lütfen... Ah ah neyseki Kavaklıdere kimliğimi söylemeden yer ayarladık yani.
Şimdi gönül rahatlığı ile Paris sokaklarını arşınlayabilir ve planladığımız güzel kahvaltıya kavuşabiliriz.



Gerard-Mulot
76 Rue de Seine, Paris
 Gerard Mulot
76 Rue de Seine 75006 Paris

25 yıl önce Bayan ve Bay Gerard Mulot'nun kurduğu bu pastane sabahları kapısında kuyruk olanlardan. Fransa'nın pastanelerinin, fırınlarının methini duymuştum ama bu kadarını beklemiyordum. Bunun sebebini de araştırmadan duramadım. Sonunda tüm sorularım beni tek bir cevaba ulaştırdı: Beurre! (tereyağı) Tüm dünya tarafından en iyi olarak kabul edilen ve Fransa'nın Normandiya ve Charentes-Poitou bölgelerinde yapılan tereyağı AOC(Appelation d'Origine Controlee) sistemine bile sahip.
Burada yedikleriniz, korktuğunuz, sağlıksız diye bildiğiniz bu hayvansal besin hakkındaki tüm düşüncelerinizi değiştirecek. Sadece çok lezzetli olması değil , biraz araştırdığınızda doğal tereyağının tahmin ettiğiniz gibi sağlıksız olmaması.
Gerard Mulot, tereyağının ve tecrübenin etkisi ile en iyilerden biri.
Normalde herkes birşeyler alıp çıkıyor bu dükkandan ama biz arkada bulunan 4 sandalyeden birine oturmayı hedefledik. Ben yine farklı bir şey denemek için rastgele içinde peynir de olan birşey seçtim. Tourte Poireaux -Fromage Chevre (Pırasa ve Keçi peynirli turta)  ve bir de Feuillete Jambon-Gruyere... (çok ince kat kat yufkalardan yapılmış jambon ve gravyerli bir çeşit börek) ve tadı damağımda kaldı... Bu sefer tatlı yemedim ama vitrinde yanında küçük tüp içinde frambuaz sosu olan bezelerde de aklım kaldı.
Fransızların soğuk ve kibirli tarafını burada da gördük. Biz aldıklarımızın yanına birer fincan da kahve almıştık ki , bizden sonra gelen turistlere yoğun oldukları için kahve veremeyeceklerini söylediler. Tamam içerisi kalabalık ama topu topu 4 sandalye var ve oturacak olan toplam 4 kişiyiz zaten. Bunun üzerine aldığım yiyecekleri mikrodalgada ısıttırabilir miyim sizce? 10 dakika bekleyerek evet.
Gerard-Mulot vitrininden... 

Pont Royal, Paris
Yine de keyfimiz yerinde Pont Royal üzerinden Place Vendome'a doğru yürümeye başladık.
Tarihin içinde yürüyorsunuz. Tüm dokular korunmuş, sonradan yapılan binaların, eklemelerin hepsi eskiyle uyum içinde , gözünüze batmıyor.Kıskanıyorsunuz, imreniyorsunuz, burada olduğunuz için sevinirken İstanbul için sızlanıyorsunuz. Son yıllarda İstanbul'daki değişimi, gelişimi düşünüyorum. Güzel ama bunun bir grup insanla değil bu şehirde yaşayan herkesin vizyonu ve çabası ile olacağını bilmek gerek. 
Biz bunları düşünürken Paris'te projeler bitmiyor. 2012'ye kadar şehir merkezinin tamamen trafiğe kapatılacağını duydum ve o halini görmek için de sabırsızlanıyorum.  Bisikletle tüm şehri dolaşabileceğim güzel bir ilkbahar gününü hayal edebiliyorum.




Place Vendome, Paris
Hayal gibi bir meydanın önündeyim şimdi:
Place Vendome, 75001 Paris

Fransa tarihinde büyük bir önemi olan 8 köşeli ve devlet dairelerini içeren saraylarla kaplı bu meydanın inşası XIV. Louis emriyle 1687'de başlamış ve 1699'da tamamlanmış. Günümüze kadar ortasındaki heykel/sütun birçok siyasi olayla değişmiş. Son olarak Napolyon sütunu 1873'te dikilmiş ve günümüze kadar gelmiş. Yandaki fotoğrafı meydanın ortasından sarayların bir bölümünü göreceğiniz şekilde çektim. Bu devasa meydanı kadraja oturtmak da oldukça zor zaten. Kuşbakışı haritadan incelemenizi tavsiye ederim.
Bu şaşalı meydan mücevhercileri ve Lady Diana'nın son gecesini geçirdiği Ritz oteli ile günümüzde hem dünya sosyetesinin hem de soyguncuların uğrak yeri... Hikayesi de filmlere konu oluyor tahmin edeceğiniz gibi.

Sola doğru dönerek Madeleine meydanına doğru yürüyoruz. Bu meydanı Levon'un önerileri içinde okurken küçük bir detay dikkatimi çekmişti. " Bir öğleden sonranı Madeleine'e ayır mutlaka. Çok güzel bir kilise, içi bildiğin kalıpların dışında, zaten dışarıdan da Roma tapınağına benziyor. Ama oraya kilise için değil gırtlak için gideceksin...gırtlak için gideceksin...gırtlak için gideceksin..." kulaklarımda hala çınlıyor !
Tavsiyelere uydum ve kiliseyi gezip Academie Nationale de Musique binasını da gezdikten sonra gurme keşfine başladım. İşte önerilerim:   
  1. Lavinia, 3 Boulevard de la Madeleine 75001 Paris  www.lavinia.fr  : Paris'in hatırı sayılır kavlarından biri. Üst katında ise istediğin her şarabı açtırıp yanında şarküteri tabağı alabileceğin bir bistrosu var.

  2. Fauchon, 26 Place Madeleine 75008 Paris http://www.fauchon.fr/  : Bir süre önce İstanbul'da City's AVM'de açılacağı haberleri ile gündeme gelen gurme ve şarküteri markası önce ürünlerinin paketleri ile gönlünüzü çalıyor. Renkler , uyum ve mağaza düzenlemesi görülmeye değer. Elbette ürünleri de... Mutlaka çaylarını, hardallarını, çikolatalarını deneyin. Ama malesef Türkiye'ye gelişi ile ilgili henüz bir netlik yok.
  3. Hediard,  21 Place Madeleine 75008 Paris http://www.hediard.fr/  : Kırmızı çay kutuları, kırmızı kapaklı reçel ve hardal kavanozları... Eğer siz de benim gibi kaliteli ürünlerin muhteşem sunumlarına ve paketlerine vuruluyorsanız bölgede bir tam gün geçirebilirsiniz.
  4. Maison de la Truffe, 19 Place Madeleine 75008 Parishttp://www.maison-de-la-truffe.com/  : Trüf! Ya nefret edersin ya da benim gibi bayılırsın... Değeri altını neredeyse geçen bu mantar çeşidi yetiştiği toprağın çeşidine göre şekil alabiliyor. Ağaç kökleri arasında yetişen, su ve tuzlarla beslenen trüfün keskin aroması tüketilirken çok dikkatli olunması gerekiyor. Miktarı ve ne ile beraber sunulduğu çok önemli. Fransa'da fois gras (kaz ciğeri patesi) ile denemenizi tavsiye ederim... Bunun için özel degustasyon menülerinin de olduğu Maison de la Truffe'ü (Trüf Evi) deneyebilirsiniz.
  5. Senderens , 9 Place Madeleine 75008 Paris http://www.senderens.fr/ : Alain Senderens'ten önceki yazımda bahsetmiştim. 3 yıldızı istemeyip geri veren ve ardından biraz daha rahat ulaşılabilir bir mekan yaratmak isteyen bu yetenekli adamın mekanına mutlaka gidin. Menüden ne seçerseniz seçin yanında önerdikleri şarabı deneyin ve mutlaka soslarına ve baharatlarına dikkat edin.
Madeleine'den ayrılmak zor oldu ama yazdığım tüm mekanları bir günde gezemedim. Fakat Paris seyahatimin  devamında burası oldukça uğradığım bir destinasyon oldu.

Günün diğer yarısında ilk durağımız Pompidou Ulusal Sanat ve Kültür Merkezi oldu.
Amacımız aslında Opera Bastille'e yürüyerek Kuğu Gölü Balesi için bilet bulmaktı ama Pompidou'nun önünden geçerken dayanamadık kendimizi bir anda içeride buluverdik.
Centre Pompidou
http://www.centrepompidou.fr/

1 Aralık'ta “De Stijl ve Piet Mondrian” üzerine açılan sergi ile başladık gezimize. 1917'de  Hollanda'da başlayan De Stijl akımından retrospektiflerle bu akımın en tanınmış temsilcilerinden biri olan Piet Mondrian'ı bir arada ele alan sergi 21 Mart'a kadar devam edecek. Form ve renkleri basite indirgeyen , siyah , beyaz ve ana renklerden oluşan ve sadece yatay ve dikey çizgi formlarını kullanan bu akımı anlamak için gayet tatmin edici bir sergi olmuş.

Georges @Centre Pompidou, Paris

Theo van Doesburg ve Cornelis van Eesteren'in de içinde olduğu  bu akımın önemli mimarlarının 100'den fazla eserini görebilirsiniz.
Her yerde damağımıza da hitap eden bir nokta elbetteki buluyoruz. Bir kadeh şarap molası vermek gerek. Pompidou'nun en üst katında Georges'un girişteki küçük rahatsız koltuklarına oturuyoruz. Yemek almayacağımız için masaya geçemiyoruz. Bir kadeh Sauternes'imi yudumlarkenyorgunluğumu buraya bıraktım.
Yeni bir enerji ile artık yola devam...







Opera Bastille, Paris
 Büyük pişmanlık... Çok büyük...
Nasıl oldu da Kuğu Gölü Balesi biletimi Paris'e gelmeden önce organize etmedim ki!
1963'te Rudolf Nureyev'in Margot Fonteyn ile Champs Elysees Tiyatrosu'ndaki Kuğu Gölü performansını defalarca DVD'den izledikten sonra Nureyev'in kareografisini yaptığı bu gösteriyi Bastille Operası'nda izlemek unutulmaz olurdu. 

Bu üzüntümü biraz hafifletecek olan akşam yemeğimiz için tekrar Saint Germain'e dönüyoruz. Saat 9 olmadan Joel Robuchon'un kapısındayız.
L'Atelier de Joel Robuchon (2 Michelin yıldızı)
5 Rue de Montalembert 75007 Paris
http://www.joel-robuchon.net/

Adamımız bizi hemen tanıyor ve içeri buyur ediyor. Restoranın ortasında bulunan 20 kişilik barda yerimizi alıyoruz. Açık mutfağın etrafına kurulan bu bar çıkan her tabağı görme şansı veriyor. Ayrıca Michelin yıldızlı bir restoranda olmanın verdiği baskıyı hafifleten bir samimiyet oluyor ortamda. Baskı tamamen bu kadar güzel yemek içinden hangisini seçmeliyim. Ya aklım öbüründe kalırsa! Tabi ki bu kadar abartılacak bir durum değil. Sadece bu akşam da güzel bir yemek yiyecek olmanın mutluluğu ve şımarıklığı bu.
Joel Robuchon 1945 Fransa doğumlu, tüm dünyada 9 farklı şehirde 14 restoranı var ve bu restoranların toplamda 26 Michelin yıldızı var. Farklı dillerde de baskısı yapılan toplam 6 yemek kitabı olan şefimiz aynı zamanda Larousse Gastronomique'in güncel baskısının yayın komitesinde yer alıyor. Fransızca bilmiyorsanız menüden birşey seçmek için kesinlikle yardıma ihtiyacınız var. Bizim yemek ve şarap siparişimizi vermemiz yarım saat sürdü. Sonunda degustasyon menüsünden bir başlangıç seçtim; Patlıcan  (L'Aubergine, confite en mille-feuille a la mozzarella et au basilic) Ana yemek olarak da  dana yanağı (La boeuf, en tournedos au poivre noir de Malabar) doğru bir karardı. Yanına da sommelier'mizin önerisi ile 2008 Bourgogne-Hautes Cotes de Nuits "CuveeDR" (Domaine David Duband) söyledik.
Ama bu gecenin süprizi yemeğin ortalarındayken yanımıza oturan aile oldu. 10-14 yaşlarında 3 çocuğu olan bu aile Joel Robuchon deneyimimizi her anlamda bir şölene çevirdi. Yarattıkları gürültü ve sesten şaşkınlığımız sürerken çok konuşkan ve kendine güvenen baba etrafındaki herkesi ailesine katmak istermişçesine etrafa laf atıyordu. Yanıbaşında oturanlar olarak biz de bu muhabbetten payımızı aldık. Ama muhabbeten daha önemlisi babanın menüden seçtiği herşeyden bize de ikram etmesi oldu. Sanki yemekleri kendi pişiriyormuş gibi tadıp yorum yapmamızı-harika dememizi- bekliyordu. Bu mekanda hatırı sayılır bir aile olduklarını , menüde olmayan tatların bile sunulması ile anladık.
Yemeğimizi özel bir tatlı ile bitirdik: La Sphere au chocolat et a la Poire William. İnce bir çikolata küresinin içine gizlenmiş armut ve krokanlı dondurma...Resimde gördüğünüz gibi çikolata küresinin üzerine sıcak çikolata dökülerek eritiliyor ve içinden tatlımız çıkıyor. Voila! Yanında da bir kadeh Banyuls Galateo... Bon appetit!
Ve bunun üzerine fazla söze gerek yok, sessiz Paris sokaklarında yürüyerek geceyi bitiriyoruz.

Svgler
T

9 Ocak 2011 Pazar

Özgür Ruh, Kutsal Kalp, Paris Sarhoşu Ben...

2. gün-25 Aralık 2010

Paris'te her sabah güzel bir kahvaltı ile başlamalı. Bütün gün yürüyeceksin bu sokaklarda. Enerjiye ihtiyacın olacak. O yüzden kahvaltıda alacağın kalorileri hesaplayarak bu keyiften mahrum etme sakın kendini.
Hande, Paris konusunda biraz tecrübeli olduğundan ben hazırlıksız geldim. Notlar çıkarıp, harita çalışmadım. Sadece kafamda gitmek istediğim restoranları belirledim. Bir de Kavaklıdere'de gırtlaktan sorumlu bakanımız Levon'un tavsiyelerini aldım. Daha ne olsun!
Sanat eseri gibi vitrinlere sahip patisserielerden birini seçmek oldukça zor. Biz ilk sabah Boulevard Saint Germain'in ara sokaklarında yürürken Noel sabahı olması nedeniyle kapalı dükkanlar arasında kahve ve ekmeğin kokusunu takip edip Hande ile aradığımızı bulduk. Tamam İstanbul'dan biliyorsun Paul'ü ve şahane ekmeklerini ama orjinalini de denemen lazım.
Paul
694 Rue de Seine, Paris

Rue de Seine üzerindeki Paul'e girdiğimizde ise zorlu bir seçim ile karşı karşıya geldik.
Önce tatlı reyonunun önünden geçtim. Fakat benim için tatlıdan daha önemli bir tat vardı Fransa'da! Fromage! (ben Türkçe'sini de çok seviyorum: PEYNİR)
Susamlı ekmeği ile Camambert'li bir sandviç ve kahve güne güzel bir başlangıç oldu. Tabi ki bitiremeyeceğimizi bile bile yanına brioche da aldık. Çikolatalı ve kuru üzümlüsü tadılmalı... Brioche bir çeşit Fransız ekmeği. Hatta Marie Antoinette'in "Qu'ils mangent de la brioche" derken söylemek istediği de "ekmek bulamıyorlarsa brioche yesinler"dir.
Biz de afiyetle yedik...



Tamam kahvaltı keyifli ama içimiz kıpır kıpır, bir an önce kendimizi yollara vurmak niyetindeyiz. Daha fazla Paul'ün vitrinine veya yan masadakilerin tabaklarına takılmadan hesabı istiyoruz. Garçon, l'addition s'il vous plait! Paris uykudan yavaş yavaş uyanmaya başladı. Noel sabahı herkes evinde, sokaklar ve metro bomboş. Rue de Bac'tan vakit kaybetmeden metroya biniyoruz. Amacımız heryerin kapalı olmasından faydalanarak Sacré-Cœur Bazilikası'nı görmek. Bunun için VI. Luois döneminden beri dini bir yerleşim yeri olan Montmartre'a gideceğiz.


12. hat ile Saint Germain'den Porte de la Chapelle yönünde giderek Abbesses durağında inebilirsiniz. ile Anvers metro duraklarıyla Montmartre'ye ulaşabilirsiniz. Metrodan indiğinizde merdivenlerden çıkmak istemezseniz Funiculaire de Montmartre veya Montmatrobus ile yorulmadan Basilique du Sacré-Cœur'e ulaşabilirsiniz.


Buraya vardığımızda bir anda turistik bir gezide olduğumuz gerçeği ile yüzleştik. Bu gezimde bu duygudan uzak kalmam lazım. Bir an önce bir kafede oturup birer kadeh güzel şarap içmeliyiz derken muhteşem bir manzara ile karşılaştık:
Sacré-Cœur Bazilikası
Montmartre

1875 yılında Paris'in en yüksek rakımlı yerinde inşası başlayan kilise 1914 yılında tamamlanmış ama 1. Dünya Savaşı sonunda ziyarete açılmış. Orta kubbesinin yüksekliği 83m ve toplam 4 kubbesi var. Roman ve Bizans mimarisini yansıtan bu muhteşem kilisenin mimarlıkta Lanterno denilen bir de feneri mevcut. Fransa-Prusya savaşı sırasında hayatını kaybeden Fransız'ların anısına yapılan bu ibadethaneyi hergün 06:00-23:30 saatleri arasında ziyaret etmek mümkün. Tüm bu teknik bilgilerin yanısıra sizi büyüleyen ruhunuzu rahatlatan bir havası var. İçeride mum yakmadan geçemeyeceksiniz. Ve o anda tüm dileklerinizin olacağına yürekten inanacaksınız. Ben inandım, olacak!



Kiliseden çıkıp arka sokaklara doğru yürüdüğünüzde eski Paris'in içindesiniz. Yeni şehrin aksine daha dar ve kıvrımlı sokaklarda kafeler, hediyelik eşya dükkanları ve restoranlar sıralanmış. Tabiki şekerciler , bol nutellalı krepçiler ve fırınlar yine standard! Montmartre'ın en meşhur meydanı Place du tertre'e ulaştığınızda ressamların soğuğa rağmen sıralandığı ve bir geçit törenini anımsatan kalabalığa karışıyorsunuz.


Şanslıysanız meydana bakan ve kafelerden birinde ısıtıcının altında yer bulup şarabınızı sipariş ediyorsunuz. Şarap sipariş ederken korkmayın. Kötü şarap içme şansınız yok. Belki sevmediğiniz bir tür olabilir ama siz de neyi sevmediğinizi keşfetmiş olursunuz. Bu da bir kazanç! Biz şanslıydık yerimizi de şarabımızı da bulduk:

Chez Eugene
17 Place du Tertre 75018, Paris
Dışarıda oturup mevsimin de avantajını kullanıp bir kadeh beaujolois noveau ve bir kadeh de Des Chartrons-Bordeaux söyledik ve toplam 9 Euro ödedik. Voila!
Herşeyin keyfini çıkarmaya çalışırken vakit nasıl hızla akıyor.
Hava kararmadan acaba Eiffel'e ulaşabilir miyiz?
Acaba herkesin iyi ya da kötü yorum yaptığı sözde demir yığını beni nasıl etkileyecek?
Eminim aranızda bu şehri çok iyi bilenler var. Siz bilebilirsiniz. Ben yeni öğrenmenin heyecanını yaşıyorum. Özgürlüğüne düşkün kova burcuyum ben... Özgürce keşfediyorum! 
Seine Nehrinin aşağısına geçerek biraz da batıda kalan Eiffel Kulesi'ne ulaşmak için yine metroya biniyoruz. Birçok farklı kombinasyon ile gidebilirsiniz Eiffel'e.  6 ile Bir Hakeim veya C ile Champs de Mars Tour Eiffel durağına ulaşmak gerek. Biz Anvers'ten 2 ile Charles de Gaulle Etoile'e oradan da 6 ile Bir Hakeim'e gittik. Hemen çözüyorsunuz metro düzenini. Hatta New York metrosu gibi kolay geldi bana.
Bu Eiffel fotoğrafını koymamın özel bir nedeni var. Bu devasa yapının altında kendinizi küçücük hissediyorsunuz. O kadar büyük ve açık bir alan ki Aralık ayında iliklerinize kadar donmanın kelime anlamını öğrenmek için bir saat kuleye çıkış kuyruğunda beklemeniz yeterli. Neyse ki sabah yiyemediğimiz brioche'lar çantamızdaydı ve enerji verdi. Ayrıca soğukta zıplamak da gerçekten işe yarıyor. Çünkü bu sefer pozitif düşünce de kurtaramadı bizi...
Soğuk nedeniyle 3. kat kapalı dediler. Önce biraz üzüldüm "şansa bak" dedim. Ama tanrım bu şans beni soğuktan öldürecek mi? Neden 2. kat açık? neden Eiffel hava koşulları nedeniyle tamamen kapalı değil? Asansör ile zar zor 2. kata ulaştık ve dışarıda toplam 20saniye durabildim.
Eiffel'den indiğimizde mutluluktan gözlerim yaşardı demek isterdim ama soğuktan hem gözlerim hem de burnum akıyordu. Ne telefonu tutacak ne de haritayı çıkarak güç yoktu ellerimde ama sırada beklerken akşam yemeği için çok özel bir yerde masa ayarlamayı başarmıştık. Bunun için mutluyduk.

 Benim gibi iphone ile sonradan tanışıp elinizden düşüremeyenlerdenseniz yurtdışı seyahatlerinde en zorlanacağınız şey internete bağlanamamak. Turkcell'e bir servet ödemek istemiyorsanız telefonun genel ayarlarından Ağ'lara girerek hücresel veri bölümünü ve uluslararası dolaşım'ı kapamanız yeterli. 3G açık kalabilir. Ayrıca ben konum servislerini de açık tuttum ve en azından google map'ten nerede olduğumu harita üzerinden görebilidim. İçiniz rahat etsin isterseniz "Kullanım"dan  istatistikleri sıfırlayarak yurtdışına çıktığınız andan itibaren internet kullanımınızı takip edebilirsiniz.

Montmartre'den gelirken kullandığımız 6 ve 2 numaralı hatları yine kullanarak şehrin doğu tarafına gittik ve Alexandre Dumas* durağında indik.İsterseniz 3 ile giderek Porte de Bagnolet'de de inebilirsiniz. Yaklaşık olarak aynı yürüme mesafesi. Metrodan indikten sonra sessiz ve boş sokakalardan yaklaşık 20 dakika yürüyerek mekanımıza ulaştık:
Mama Shelter
109 Rue de Bagnolet, 75020 Paris

Mama Shelter, Club Med'in kurucusu Trigiano ailesi ve Fransız filozof Cyril Aouizerate tarafından kurulan ve Philippe Starck tasarımı özel bir otel. Restoranı ise neredeyse otelden daha da popüler. Lokasyon olarak fazla turistik olmaması da burayı daha da özel kılıyor. Bu arada öğrendiğim önemli bir bilgi de Mama Shelter Nisan 2011'de İstanbul'da da açılacakmış. Ama ben bu restoranı kopyalamaya çalışanları İstanbul'da görmüştüm. Kızmıyorum tabi, benzemeye çalışmak da kötü bir şey değil. Sadece gün gelsin İstanbul'a gelip bizim yaratıcı farklı mekanlarımızı incelesinler kendi şehirlerine kopyalamaya çalışsınlar, güzel olmaz mı?
Güzel olur ama şuan bundan daha güzeli yemeğe konsantre olmak. Masaya oturduğumuzda fransızca menüleri masamızda buluyoruz. Eyvah , işte korktuğumuz başımıza geldi, bunlar şimdi İngilizce de konuşmaz derken; İngilizce menüyü getiriyor süper yakışıklı garsonumuz. Ve üstüne İngilizce konuşuyor. Kemiklerim ısındı, keyfim yerinde, siparişimizi veriyoruz. 1 şişe 2006 Bordeaux-Haut Medoc D de la Marque, başlangıç için  Camambert chaud, ail confit, salada de mache...
3 Michelin yıldızlı şef Alain Senderens**'in batı baharatlarını Fransız yemeklerine iyi entegre ettiğini Vedat Milor'dan duymuştum ama seçtiğimiz ana yemek de bunu ispatlamış olduk. Flank Angus fillet, potatoes, onions, mushrooms'un yanında gelen pepper sauce'a sos demek yetmez. Bu sos kesinlikle hafızama kazınacak ve bundan sonra yiyeceğim tüm sosları karşılaştırmak için kullanacağım. Çıtayı fena yükselttik. Kusura bakma Joel! Yarın akşam sendeyiz, sen düşün artık!

Svgler
T


*Alexandre Dumas (baba): 1802-1870 Üç Silahşörler, Monte Kristo Kontu, Demir Maske'nin yazarı
**Alain Senderens Madeleine'deki 3 Michelin yıldızlı Lucas Carton'un sahibiyken 3 yıldız istemiyorum diyerek restoranı kapamış. Şuan aynı yerde 2 Michelin yıldızlı Senderens adlı restorana sahip ve Mama Shelter gibi restoranlara danışmanlık yapıyor.

7 Ocak 2011 Cuma

Paris “Ville Lumière”

1. gün -24 Aralık 2010

Seine (Sen) Nehri üzerinde kurulmuş , Île-de-France bölgesinin merkezi Paris

Sanat ve kültürel yaşamı ile bilinen, bilinmesi gereken, yaşanılması gereken Paris

Yıllardır birçok ülkenin başkentini, önemli şehirlerini gördüm ama bu ışık şehrini (Ville Lumière) nasıl oldu da 30 yaşıma sakladım diye düşündüm. Cevabı ise çok basit.
Paris beni onu  anlayabileceğim bir dönemde çağırdı. Tarihi dokusu ile günümüz tasarımını birleştirdiği küçük detayları görebileceğim, yüzlerce yıllık bağlardan gelen şarapları füzyon mutfağı ile birleştirirken ne kadar Parisienne ruhlarını koruduklarını algılayabileceğim bir yaşta çağırdı beni.

 Ve adına yakışır ışıl ışıl Noel akşamı gittim bu romantik şehre. Son anda yetişen vizemle 24 Aralık Cuma akşamı Charles de Gaulle* havaalanına indim.
Şehrin genel olarak büyüsünden etkilendiysem de Fransızlarla ilgili şüphelerimi hala yıkabilmiş değilim. Öncelikle Noel akşamı havaalanlarına gelenleri pek sevmiyorlar. Grev yapıp valizleri vermeyebiliyorlar. Sorduğunuz İngilizce sorulara Fransızca cevap verebiliyorlar ki İngilizce anladıklarından emin olabilirsiniz. Yine de bu benim Paris’i sevmeme engel olamadı.


Gece yarısı 01:00 den sonra toplu taşımanın da olmadığını ve taksi bulmanın da zorluğunu düşünmek lazım. Tavsiyem kesinlikle özel günlerde gidiyorsanız normal saatlerde şehre inmeniz.

Ama vize alma sürecimden başlamak üzere arkadaşım Hande’nin de şahit olduğu pozitif düşünce gücümü kullandım. Bir saat içinde valizlerimiz geldi. Fötr şapkası ile janti Bülent bey yılın yarısını Paris’te geçiren biri olarak birkaç kişiyi organize etti ve hepimize dolmuş usulü taksi ayarlardı.



Siz bu durumda işinizi şansa bırakmayın ve Paris Dolmuşu'nu** önceden rehberinize kaydedin. Hatta mutlaka gitmeden rezervasyonunuzu yaptırın. Yaratıcı bir fikri cesur bir girişime çeviren Aydın Dinç ve abisi size eşi benzeri bulunmayan bir hizmet sunuyor. Bunun sadece bir transfer hizmeti olmadığını kapıdan kapıya ulaşımda her türlü iletişim problemlerini de çözdüklerini eklemek isterim. Ben Aydın’ı ilk o akşam havaalanında gördüm ama bu son görüşüm değildi. Gezi yazımın içinde siz de kendisi ile tanışacaksınız. Ben Galatasaray ve ardından Sorbonne’dan mezun olmasıyla başlayan hikayesini bizzat kendinden dinleme fırsatı buldum.

Daha birçok güzel şey keşfettim bu 9 günlük gezimde. Ben aslında böyle şehirlerde birkaç ay kalıp keşfetmeyi severdim. Paris de bunu hakederdi. Ama hayat hızlı ve keşfedecek daha çok şehir var. Artık 18 de değilim hayata ara verip şehir değiştireyim. Küçük tatlar,  küçük kaçamaklar da hayata renk katar. Hele bir de ışık şehri Paris'teyseniz...

svgler
T


*Charles de Gaulle : 1959-1969 yılları arasında görev yapan Fransa Cumhurbaşkanı. Asker ve siyasetçi.

**Gerekli bilgiler No:1

http://www.parisdolmusu.com/

00336 84 65 24 03




scoreboard:

Vize: 100 üzerinden 100! Son anda alıp uçağa yetiştim.
Grev: 100 üzerinden 50 Hatta paltomu da valize koyduğum için 10 daha kırpabilirim.
Pozitif düşünce:  100 üzerinden 80 (hala tereddütleri atamamışım)
Paris dolmuşu: "bonus"