12 Mayıs 2010 Çarşamba

Aliaga ile geziye devam...

Arkası yarın demiştim 10 gün oldu... 10 günde aslında neler neler oldu. Ama ben önce yarım kalan Aliaga ile İstanbul turumu tamamlamak istiyorum. Henüz daha okuyucularımın sayısı 1 elin 5 parmağını geçmemişken sıkılanların çokluğunu göze alabilirim herhalde.

Carlos ilk günün yorgunluğunu üzerinden atamamışken ben Radisson Blu'nun kapısında beliriverdim. Kendisini yine yoğun bir güne hazırlamıştı ama bugün biraz daha insaflı davrandım.
Bir iki hipermarket ziyareti ile güne başladık. Parekende satış noktaları da önemli tabi.
Buradan sonra ilk restoran ziyaretimiz İstinya Park'taki Mezzaluna oldu. Öğle servisine denk geldik ama zaten bizim planımız da öğle yemeği yemekti. Sizi bilmiyorum ama ben Mezzaluna'nın menüsünde yıllardır keşfetmediğim birçok yemeği tatma imkanı buldum. Yediklerime inanamadım. Öğretilmiş gibi Mezzaluna'ya gidip sadece Pizza yemek, değişiklik yapmak isteyince , biraz da özleyince Melanzane sipariş etmek ne büyük eksiklikmiş! Size birkaç öneri yazacağım. Detay anlatmayacağım. Sadece gidin deneyin ve benim yaşadığım keşif duygusunu hissedin.
-gamberetti e calamari
-il guazetto con gamberi e calamari
-funghi misti trifolati con gnocchi alla romano
veee
-spiedino di pesce con riso selvatico

üstüne biz espresso içtik elbette (ekspresso diye okuyanlara bir hatırlatma yapmadan geçemeyeceğim. yazıldığı gibi okunuyor: espresso)
Türk kahvesi de olabilirdi ama Carlos maalesef kahve içmiyor. Biz de Türk çayına alıştırdık onu! Hem de ince belli de!
Bunca vakit geçirdi İstanbul'da ama henüz trafik yaşamadı dedim ve Maslak'tan Akaretlere kaç farklı şekilde gidilir onu gösterdim.
Şaka değil her tıknan yolun başında hooop alternatif yol...
Derken 10 dakika gecikme ile W Otel'deki tadım randevumuza vardık. Tadıma başlarken Carlos kısaca Aliaga hikayesini anlatmaya başladı. O her cümleyi söyledikten sonra ben Türkçe'ye çeviriyordum ki olan oldu :) Carlos: "Babam ilk oğlu doğduğunda anneme hediye olarak soyadını bağlara verdi" dedi. Ben de başladım çevirmeye... Ama öyle kaptırmışım ki kendimi tüm hikayeyi anlatmaya başlamışım. Herkes bana bakıyor bunca şeyi Carlos 1 cümlede mi anlattı diye. :)

Artık yavaşlama vakti gelmişti. Ortaköy Zuma'da Serdar ile kısa son bir tadım gerçekleştirdikten sonra Banyan'daki akşam yemeğimize geçtik.


Yemek masamız çok renkli ve keyifliydi. Gurme yazarlardan sevgili Zeyno Gürses, Mehmet Yalçın, Teoman Hünal, Mehmet Yaşin, Müge Akgün, Eren Güler , Kavaklıdere'den Ali Başman,Meltem Yavuz, Elif Erol, Cemil Kaya, Yasemin Taşlıca, Levon Bağış ve tabiki Carlos ve ben... Ortaköy'ün muhteşem kartpostal manzarasında altın köpüklerimizi yudumlarken yazın yaklaşmasını havanın geç kararması ile hatırladık... Ben işte bu akşamüstlerine bayılıyorum...
Banyan'daki menümüzü biz Didem hanımla beraber oluşturduk ama karar vermekte zorlandığınız bir güne denk gelirseniz tamamen seçimi ona da bırakabilirsiniz. Banyan'ı seçerek manzara ile zaten ilk doğru seçimi yapmış oluyorsunuz!
Ben gezdiklerimizi, gördüklerimizi, yediklerimizi anlattım.
Saat ilerledikçe sohbet daha da keyiflendi. Ben görevimi yaparak yine Carlos'un hikayesinin bir kısmını anlattım. Hepsini anlatmadım ayıp olur diye... Biraz da Carlos konuşsun di mi ama?

Saat 12'ye doğru herkes ile vedalaştık. Yasemin ile oturup birer kahve söyledik. Keyifli ve sorunsuz geçen iki günün özetini çıkardık. Yorgunluğa kesinlikle değdi.

Dediğim gibi Carlos sayesinde İstanbul'a ve restoranlarımza farklı bir açıdan bakabildim. İstanbul'u sevmek için birkaç neden daha ekledim listeme...
Ama Carlos'un davetini de değerlendirip San Sebastian'ın da güzelliklerini keşfetmekten zarar gelmez. İstanbul sevgimi de etkilemez.

Son bir teşşekkürüm var. Serhan'cım bu geziye görünmez kahraman olduğun için teşekkür eder eziyetimiz için özür dileriz.

Bitti.

1 Mayıs 2010 Cumartesi

Aliaga Istanbul'dan geçti...

Mütevazi, akıllı ve tutku dolu insan; Carlos Aliaga Fernandez...
Tutkuyu biraz açmak isterim , bahsettiğim şarap tutkusu. Hayata da başka bir bakış açısı getiren bir tutku... Çünkü şarap sabır ister, odaklanmak ister, duyuların açık olmasını ister... Şarap yapmak ise bunların hepsini...
Şarap yapımı bağda başlar derler. Amaç iyi şarap yapabilmekse-ki kim aksini söyleyebilir- iyi üzüm gerekir. İyi üzümden kötü şarap yapanlar var ama henüz kötü üzümden iyi şarap yapabilen olmadı, olamaz da zaten.

Aliaga İstanbul'a gelirken ne düşünüyordu bilmiyordum ama onu dinledikçe herşey şekillenmeye başladı. Aliaga bağları İspanya'nın Navarra bölgesinin Güneyinde Corella'da yer alıyor. Rioja'ya çok yakın. Yakın ama kesinlikle Navarra özelliklerini yansıtıyor. Carlos bize şimdilik bağlarında Tempranillo, Grenache ve Cabernet Sauvignon yetiştirdiğini anlatırken 50 yıllık bağlar olduğunu da belirtti. Önce şaşırdım ama iyi üzüm elde etmek amaç daha çok çeşit için olmayacak şeylere bulaşmak değil!
Ben öncelikle Aliaga isminin nereden geldiğini anlatmak isterim. Biliyorum daha başlığı okurken bu adamın soyadı niye böyle? Türk mü? acaba diye soruyorsunuz. Ya da ben anlatacağım diye bahane yaratıyorum. E yazıyorsam hakkımdır hayal gücü kullanmak.
style="font-family:trebuchet ms;">Birazdan okuyacağınız hikaye karışık ama bir o kadar da ilginç. Eğer soyağacıfobiklerdenseniz bu paragrafı direk atlayın derim.

Carlos'un babası 45 yıl önce 4 "fantastik*" kız çocuğunun üzerine gelen ilk erkek çocuğunun onuruna bağlarına eşinin kızlık soyadı olan Aliaga ismini veriyor. Bu aşamada problem yok ama birgün bu bağları babadan oğula kalması gerekecek. Aliaga ismi nasıl devam edecek????
İspanyolların soyadı kanunu biraz karışık. Herkesin adının sonunda iki soyadı bulunuyor. Buna aile ismi diyorlar. Örneğin Carlos Fernandez Aliaga. Fernandez babasından gelen , Aliaga da annesinden gelen soyadı. E bu durumda bizim Carlos'un oğlu babadan Fernandezi alacak anneden de Cruz soyadını alacak. Ama bu küçük Carlos'un anneannesinin adı olan Aliaga soyadı ile alakası kalmayacak! İşte bu sebeple Carlos zamanında olaya müdahale ederek kendi soyadının sırasını Carlos Aliaga Fernandez olarak değiştiriyor. Küçük Carlos bu sayede babadan Aliaga soyadını alabiliyor. Bizim Carlos'un babası bu durumdan pek hoşnut değil tabi. Gitti Fernandez soyadının sürekliliği. Şaka bir yana herkes memnun bu durumda... Çünkü dedim ya Şarap tutuku ister!
Biraz karışık olduğunu biliyorum ama anlatmadan geçemezdim. Çünkü Carlos herşeyde olduğu gibi bunu da tutkuyla anlatmayı başardı...


Gelelim gezimize...İşim gereği Carlos'a İstanbul'da güzel bir ziyaret planı ayarladım. Aliaga şaraplarını satan ve potansiyel mekanları gezecek ve tadım yapacaktık. Benim işim bu!Çarşamba günü kendisini Ortaköy Radisson Blu'da karşıladığımda daha şimdiden boğaz manzarasından etkilenmişti. Daha göreceklerinden haberdar değildi anlaşılan :)
İlk durağımız Taksim Talimhane'de Mehmet Yalçın'ın yeni açtığı Rouge oldu. Ortağı İsmail Karpuzoğlu, restoran müdürü Orhan Kutluay ve Gusto dergisi yazı işleri müdürü Aslı Çakır ile keyifli bir tadım yaptık. İşini ciddiye alan insanları seviyorum. İşi hayatı olan insanları da seviyorum. Çünkü ben öyleyim ve aynı enerjiyi karşı taraftan da alınca inanılmaz işler çıkıyor ortaya.
Sonraki iki durağımız Hyatt Regency ve Swiss Otel oldu. Buralarda da profesyonel tadımlar gerçekleştirdik. Carlos bu iki otelden ve ekibinden de çok etkilendi. Misafirperverlikten bahsetmiyorum bile...

Biz vakit kaybetmeden İstanbul turumuza devam ederken Carlos 'un gördüklerinden oldukça etkilendiğini görebiliyordum. Ne gariptir ki biz ülkemize bir yabancı misafir olarak geldiğinde kendi ülkemize farklı bir açıdan bakmayı deniyoruz. Arada bir sirkelenip yapmak lazım bunu. Çünkü takdiri hakedecek çok iş yapılıyor bu ülkede...

Gezimize dönelim. Sıradaki mekanımız Nişantaşı'nda Elif Yalın'ın yeni mekanı Delicatessen'di. Vina Aliaga Cuvee 2003 (Tempranillo-Cabernet Sauvignon) ve Aliaga Lagrima de Garnacha'yı Elif Yalın ve Barış Topkaya ile birlikte tattık. Ve ne mutlu bize ki Elif Yalın'ın özenle hazırladığı aperatifleri eşlik etti tadımımıza. Kuşkonmaz'ın tadı hala damağımda. Bu konuda iddalı konuşabilirim. uzun zamandır böyle güzel kuşkonmaz yememiştim. Altındaki elma dilimleri inanılmaz yakışmıştı.

Carlos'un yorumu: "Beyaz ve ferah bir mekan... Avrupa'da bile böyle titizlik zor bulunur"

Zanzibar... Yılların eskitemedeği isim, sürekli yenilenen ama zarif çizgisini asla bozmayan bir tradisyonel mekan! (Arada çok sevdiğim yabancı kelimeleri böyle kullanmayı seviyorum, abartırsam kusura bakmayın ama ne de olsa burası benim çöplüğüm :)) Zanzibar ile 2001 yılında tanıştım. 1 yıllık Amerika gezimden sonra İstanbul'a döndüğümdeydi. Hayattan keyif almak için vakit kaybetmemek gerektiğine karar verdiğim zamanlara tekabül ediyor bu yıllar. Hayatımın en güzel yılları da diyebilirim. Narmanlı apartmanında Grup Tasarım Mimarlıkta çömez olarak çalışıyordum. Ve firmanın 2 güzel ortağından hayranı olduğum iç mimar Canan Çakmak beni bir öğlen Zanzibar'a götürmüştü. İşte Zanzibar keşfim. O gün bu gündür kalite değişmedi. Bu çizginin korunmasında büyük emeği geçen dostlar var elbette. Atilla ve Erce'ye her zamanki gibi ilgi ve alakaları için teşekkür etmek istiyorum. Zanzibar sizlerle daha da güzel. Keşke Süley de bizimle tadıma katılabilseydi. Gözlerimiz aramadı değil... Nişantaşı'nda Biber'e uğramadan geçilir mi? Aliaga Rozesini en çok satan mekanlardan biri Biber... Levent sağolsun. Ne diyim, İstanbul'da nadir bulunan bar şefidir Levent... Eminim bu yaz Sortie'de Biber keyfini yaşatacak bize!
Veee akşam yemeği için sevgili Gamze İneceli ve Handan Özbek ile Leb-i derya Richmond'da buluştuk. Mekana girdiğiniz anda sizi etkileyen manzaraya tutulup kalıyorsunuz. Carlos'u hadi yürü diye dürtsem mi acaba? derken Gamze ve Handan'ın enerjisi ve gülümsemeleri de aynı etkiyi yaratarak bizi her zamanki koltuklarımıza çekti... Gamze Leb-i derya'nın Konsept geliştirme müdürü . Handan ise sürekli işinin başında Leb-i derya'nın kurucu ortağı. Ama görev tanımları bir yana Gamze ve Handan Leb-i derya'nın herşeyi diyorum ben. Bu kadar iyi anlaşan iki insanın aynı zamanda bu kadar enerjik, bu kadar pozitif ve bu kadar samimi olması karşısında nazar değmesin demek istiyorum. Çünkü bütün bu özelliklerini profesyonellikle ustaca birleştirip olağanüstü işler çıkarıyorlar ortaya.
Tadım sonrası hemen bu şarapları yemeklerle eşleştirmek istedik ve kendimizi şefleri Özhan Şivetoğlu ve Gamze'nin seçimine bırakıverdik. Detayları yazmayacağım. Çünkü ne kadar anlatsam da tatmanız lazım. Siz en iyisi Leb-i derya'ya giderek gurme menüsü isteyin. Veya bırakın Gamze size yemek ve şarap seçsin.
Yazım Carlos'tan çıkarak nerelere kadar uzandı. Ama biz turumuzu hala bitirmedik.

Sonuç: Çok keyifli sohbet ve tabi ki Cuvee 2003'ün de içinde olduğu Zanzibar'ın ithal menüsüne eklenen Aliaga Roze!
Gece Beyoğlu'ndan çıkıp İstinye Park'ta yaza merhaba diyen Beymen Bej'e uzandık. O gece Beymen Bej'de Vina Aliaga Cuvee 2003 ve Aliaga Lagrima de Garnacha (roze) ikram edildi. Hakan Özkul durmaksızın bitmek bilmeyen enerjisi ile misafirlerle ilgilendi. İstinye Park'ın Park bölümü bu sene de havalar güzelleştikçe daha da dolup taşacak...

Bu günkü gezi programımızın eksiksiz tamamlanmasında büyük emeği olan Cemil ve Yasemin'e teşekkürü borç bilirim.

Artık bitsin değil mi? Evet biz yorulduk eminim siz de okurken yoruldunuz.
Ama daha Carlos ile bir günümüz daha var...
Arkası yarın...

tulinbo


*fantastik: Carlos'un ingilizce de en çok kullandığı kelime.

hayatın farkında olmak

Blog yazmaya karar veren insan ne düşünür? Neden yazma ihtiyacı duyar? Sosyal medya hızlı paylaşım için bu kadar çok imkan sağlarken tek başına blog yazma ihtiyacı nerden gelir?Bilmiyorum diyerek işin içinden sıyrılabilir miyim acaba?
Peki sıyrılmayacağım...
Benim için en basit açıklaması şöye:
Hayatı ciddiye alıyorum! Attığım her adımın farkındayım. Kontrollü bir insanım demiyorum. Sınırlar çizmeyi sevmem. Ne zaman ne yapacağım belli olmaz ama birşey yapıyorsam da farkındalık antenlerim açıktır :)
Bir anda kendimi boğazın kenarında buluyorsam bir sebebi vardır elbette. Orada görmem gereken bir detay, içime çekeceğim nefesin tazeliğini hatırlamak... Belki Özü ile arabada oturarak susmaya , hayatı konuşmaya ve tekrar susmaya ihtiyacımız vardır. Kuyruksuz Uçurtma ile yürüryerek yeni seyahat planlarımız üzerinde konuşmaya... Maido ile birlikte o anı ölümsüzleştirmek için fotoğraf çekmemiz gerekiyordur... Belki de Berkeley ile üniversite yıllarından beri hayalini kurduğumuz boğazdaki ev üzerine konuşmaya...
(sevgili arkadaşlarım Berkeley, Özü, Kuyruksuz Uçurtma ve Maido blogum sizlerle güzelleşecek)
İşte bu farkındalıkları , hayatın güzelliklerini , yeni keşifleri bir yerlere karalamaya karar verdim... olur da birileri de okumak isterse diye de sanal dünyaya taşıyorum.
Unutmadan baştan söyleyeyim. Benim işim şarap! Bu sebeple yazılarımın çoğunda şarap konu olacaktır. En olmadık yerde bile karşınıza çıkacaktır. Sonra söylemedi demeyin.
N'apim, işim benim hayatım!
Hoşgeldiniz!
tulinbo