9 Ocak 2011 Pazar

Özgür Ruh, Kutsal Kalp, Paris Sarhoşu Ben...

2. gün-25 Aralık 2010

Paris'te her sabah güzel bir kahvaltı ile başlamalı. Bütün gün yürüyeceksin bu sokaklarda. Enerjiye ihtiyacın olacak. O yüzden kahvaltıda alacağın kalorileri hesaplayarak bu keyiften mahrum etme sakın kendini.
Hande, Paris konusunda biraz tecrübeli olduğundan ben hazırlıksız geldim. Notlar çıkarıp, harita çalışmadım. Sadece kafamda gitmek istediğim restoranları belirledim. Bir de Kavaklıdere'de gırtlaktan sorumlu bakanımız Levon'un tavsiyelerini aldım. Daha ne olsun!
Sanat eseri gibi vitrinlere sahip patisserielerden birini seçmek oldukça zor. Biz ilk sabah Boulevard Saint Germain'in ara sokaklarında yürürken Noel sabahı olması nedeniyle kapalı dükkanlar arasında kahve ve ekmeğin kokusunu takip edip Hande ile aradığımızı bulduk. Tamam İstanbul'dan biliyorsun Paul'ü ve şahane ekmeklerini ama orjinalini de denemen lazım.
Paul
694 Rue de Seine, Paris

Rue de Seine üzerindeki Paul'e girdiğimizde ise zorlu bir seçim ile karşı karşıya geldik.
Önce tatlı reyonunun önünden geçtim. Fakat benim için tatlıdan daha önemli bir tat vardı Fransa'da! Fromage! (ben Türkçe'sini de çok seviyorum: PEYNİR)
Susamlı ekmeği ile Camambert'li bir sandviç ve kahve güne güzel bir başlangıç oldu. Tabi ki bitiremeyeceğimizi bile bile yanına brioche da aldık. Çikolatalı ve kuru üzümlüsü tadılmalı... Brioche bir çeşit Fransız ekmeği. Hatta Marie Antoinette'in "Qu'ils mangent de la brioche" derken söylemek istediği de "ekmek bulamıyorlarsa brioche yesinler"dir.
Biz de afiyetle yedik...



Tamam kahvaltı keyifli ama içimiz kıpır kıpır, bir an önce kendimizi yollara vurmak niyetindeyiz. Daha fazla Paul'ün vitrinine veya yan masadakilerin tabaklarına takılmadan hesabı istiyoruz. Garçon, l'addition s'il vous plait! Paris uykudan yavaş yavaş uyanmaya başladı. Noel sabahı herkes evinde, sokaklar ve metro bomboş. Rue de Bac'tan vakit kaybetmeden metroya biniyoruz. Amacımız heryerin kapalı olmasından faydalanarak Sacré-Cœur Bazilikası'nı görmek. Bunun için VI. Luois döneminden beri dini bir yerleşim yeri olan Montmartre'a gideceğiz.


12. hat ile Saint Germain'den Porte de la Chapelle yönünde giderek Abbesses durağında inebilirsiniz. ile Anvers metro duraklarıyla Montmartre'ye ulaşabilirsiniz. Metrodan indiğinizde merdivenlerden çıkmak istemezseniz Funiculaire de Montmartre veya Montmatrobus ile yorulmadan Basilique du Sacré-Cœur'e ulaşabilirsiniz.


Buraya vardığımızda bir anda turistik bir gezide olduğumuz gerçeği ile yüzleştik. Bu gezimde bu duygudan uzak kalmam lazım. Bir an önce bir kafede oturup birer kadeh güzel şarap içmeliyiz derken muhteşem bir manzara ile karşılaştık:
Sacré-Cœur Bazilikası
Montmartre

1875 yılında Paris'in en yüksek rakımlı yerinde inşası başlayan kilise 1914 yılında tamamlanmış ama 1. Dünya Savaşı sonunda ziyarete açılmış. Orta kubbesinin yüksekliği 83m ve toplam 4 kubbesi var. Roman ve Bizans mimarisini yansıtan bu muhteşem kilisenin mimarlıkta Lanterno denilen bir de feneri mevcut. Fransa-Prusya savaşı sırasında hayatını kaybeden Fransız'ların anısına yapılan bu ibadethaneyi hergün 06:00-23:30 saatleri arasında ziyaret etmek mümkün. Tüm bu teknik bilgilerin yanısıra sizi büyüleyen ruhunuzu rahatlatan bir havası var. İçeride mum yakmadan geçemeyeceksiniz. Ve o anda tüm dileklerinizin olacağına yürekten inanacaksınız. Ben inandım, olacak!



Kiliseden çıkıp arka sokaklara doğru yürüdüğünüzde eski Paris'in içindesiniz. Yeni şehrin aksine daha dar ve kıvrımlı sokaklarda kafeler, hediyelik eşya dükkanları ve restoranlar sıralanmış. Tabiki şekerciler , bol nutellalı krepçiler ve fırınlar yine standard! Montmartre'ın en meşhur meydanı Place du tertre'e ulaştığınızda ressamların soğuğa rağmen sıralandığı ve bir geçit törenini anımsatan kalabalığa karışıyorsunuz.


Şanslıysanız meydana bakan ve kafelerden birinde ısıtıcının altında yer bulup şarabınızı sipariş ediyorsunuz. Şarap sipariş ederken korkmayın. Kötü şarap içme şansınız yok. Belki sevmediğiniz bir tür olabilir ama siz de neyi sevmediğinizi keşfetmiş olursunuz. Bu da bir kazanç! Biz şanslıydık yerimizi de şarabımızı da bulduk:

Chez Eugene
17 Place du Tertre 75018, Paris
Dışarıda oturup mevsimin de avantajını kullanıp bir kadeh beaujolois noveau ve bir kadeh de Des Chartrons-Bordeaux söyledik ve toplam 9 Euro ödedik. Voila!
Herşeyin keyfini çıkarmaya çalışırken vakit nasıl hızla akıyor.
Hava kararmadan acaba Eiffel'e ulaşabilir miyiz?
Acaba herkesin iyi ya da kötü yorum yaptığı sözde demir yığını beni nasıl etkileyecek?
Eminim aranızda bu şehri çok iyi bilenler var. Siz bilebilirsiniz. Ben yeni öğrenmenin heyecanını yaşıyorum. Özgürlüğüne düşkün kova burcuyum ben... Özgürce keşfediyorum! 
Seine Nehrinin aşağısına geçerek biraz da batıda kalan Eiffel Kulesi'ne ulaşmak için yine metroya biniyoruz. Birçok farklı kombinasyon ile gidebilirsiniz Eiffel'e.  6 ile Bir Hakeim veya C ile Champs de Mars Tour Eiffel durağına ulaşmak gerek. Biz Anvers'ten 2 ile Charles de Gaulle Etoile'e oradan da 6 ile Bir Hakeim'e gittik. Hemen çözüyorsunuz metro düzenini. Hatta New York metrosu gibi kolay geldi bana.
Bu Eiffel fotoğrafını koymamın özel bir nedeni var. Bu devasa yapının altında kendinizi küçücük hissediyorsunuz. O kadar büyük ve açık bir alan ki Aralık ayında iliklerinize kadar donmanın kelime anlamını öğrenmek için bir saat kuleye çıkış kuyruğunda beklemeniz yeterli. Neyse ki sabah yiyemediğimiz brioche'lar çantamızdaydı ve enerji verdi. Ayrıca soğukta zıplamak da gerçekten işe yarıyor. Çünkü bu sefer pozitif düşünce de kurtaramadı bizi...
Soğuk nedeniyle 3. kat kapalı dediler. Önce biraz üzüldüm "şansa bak" dedim. Ama tanrım bu şans beni soğuktan öldürecek mi? Neden 2. kat açık? neden Eiffel hava koşulları nedeniyle tamamen kapalı değil? Asansör ile zar zor 2. kata ulaştık ve dışarıda toplam 20saniye durabildim.
Eiffel'den indiğimizde mutluluktan gözlerim yaşardı demek isterdim ama soğuktan hem gözlerim hem de burnum akıyordu. Ne telefonu tutacak ne de haritayı çıkarak güç yoktu ellerimde ama sırada beklerken akşam yemeği için çok özel bir yerde masa ayarlamayı başarmıştık. Bunun için mutluyduk.

 Benim gibi iphone ile sonradan tanışıp elinizden düşüremeyenlerdenseniz yurtdışı seyahatlerinde en zorlanacağınız şey internete bağlanamamak. Turkcell'e bir servet ödemek istemiyorsanız telefonun genel ayarlarından Ağ'lara girerek hücresel veri bölümünü ve uluslararası dolaşım'ı kapamanız yeterli. 3G açık kalabilir. Ayrıca ben konum servislerini de açık tuttum ve en azından google map'ten nerede olduğumu harita üzerinden görebilidim. İçiniz rahat etsin isterseniz "Kullanım"dan  istatistikleri sıfırlayarak yurtdışına çıktığınız andan itibaren internet kullanımınızı takip edebilirsiniz.

Montmartre'den gelirken kullandığımız 6 ve 2 numaralı hatları yine kullanarak şehrin doğu tarafına gittik ve Alexandre Dumas* durağında indik.İsterseniz 3 ile giderek Porte de Bagnolet'de de inebilirsiniz. Yaklaşık olarak aynı yürüme mesafesi. Metrodan indikten sonra sessiz ve boş sokakalardan yaklaşık 20 dakika yürüyerek mekanımıza ulaştık:
Mama Shelter
109 Rue de Bagnolet, 75020 Paris

Mama Shelter, Club Med'in kurucusu Trigiano ailesi ve Fransız filozof Cyril Aouizerate tarafından kurulan ve Philippe Starck tasarımı özel bir otel. Restoranı ise neredeyse otelden daha da popüler. Lokasyon olarak fazla turistik olmaması da burayı daha da özel kılıyor. Bu arada öğrendiğim önemli bir bilgi de Mama Shelter Nisan 2011'de İstanbul'da da açılacakmış. Ama ben bu restoranı kopyalamaya çalışanları İstanbul'da görmüştüm. Kızmıyorum tabi, benzemeye çalışmak da kötü bir şey değil. Sadece gün gelsin İstanbul'a gelip bizim yaratıcı farklı mekanlarımızı incelesinler kendi şehirlerine kopyalamaya çalışsınlar, güzel olmaz mı?
Güzel olur ama şuan bundan daha güzeli yemeğe konsantre olmak. Masaya oturduğumuzda fransızca menüleri masamızda buluyoruz. Eyvah , işte korktuğumuz başımıza geldi, bunlar şimdi İngilizce de konuşmaz derken; İngilizce menüyü getiriyor süper yakışıklı garsonumuz. Ve üstüne İngilizce konuşuyor. Kemiklerim ısındı, keyfim yerinde, siparişimizi veriyoruz. 1 şişe 2006 Bordeaux-Haut Medoc D de la Marque, başlangıç için  Camambert chaud, ail confit, salada de mache...
3 Michelin yıldızlı şef Alain Senderens**'in batı baharatlarını Fransız yemeklerine iyi entegre ettiğini Vedat Milor'dan duymuştum ama seçtiğimiz ana yemek de bunu ispatlamış olduk. Flank Angus fillet, potatoes, onions, mushrooms'un yanında gelen pepper sauce'a sos demek yetmez. Bu sos kesinlikle hafızama kazınacak ve bundan sonra yiyeceğim tüm sosları karşılaştırmak için kullanacağım. Çıtayı fena yükselttik. Kusura bakma Joel! Yarın akşam sendeyiz, sen düşün artık!

Svgler
T


*Alexandre Dumas (baba): 1802-1870 Üç Silahşörler, Monte Kristo Kontu, Demir Maske'nin yazarı
**Alain Senderens Madeleine'deki 3 Michelin yıldızlı Lucas Carton'un sahibiyken 3 yıldız istemiyorum diyerek restoranı kapamış. Şuan aynı yerde 2 Michelin yıldızlı Senderens adlı restorana sahip ve Mama Shelter gibi restoranlara danışmanlık yapıyor.

1 yorum:

  1. Paris işte böyle ziyaretçileri aldatır. Görünüşe aldanma derim. Dışı seni, içi beni yakar.

    YanıtlaSil